39. BARIŞ İÇİNDE BİR ARADA YAŞAMA (BİRİNCİ BÖLÜM). MUTLULUĞUN ANAHTARI

Share

 

Yüce Allah, dünya halkına son mesajı olan Kuran’da tüm insanlığa şu sözlerle hitap etmektedir:

یَا أیُّھَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْھَا زَوْجَھَا وَبَثَّ مِنْھُمَا رِجَالًا كَثِیرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا للهََّ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِھِ وَالَْأرْحَامَ إِنَّ للهََّ كَانَ عَلَیْكُمْ رَقِیبً

Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten sakının. Adını anarak birbirinizden dilek ve istekte bulunduğunuz Allah’a saygısızlıktan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.

(Kur’an-ı Kerim, Nisâ, 4:1)

Hepimiz bir Yaradan’ımız, Yüce Rabbimiz tarafından yaratıldık, hepimiz bir ruhtan ve ondan yaratılmış bir çiftten evrildik, biz bir erkeğin- Adem’in ve bir kadınının- – Havva’nın çocuklarıyız. Keşke tek Tanrımızı unutmasaydık, O’na kulluk etmeyi ve O’nun yoluna uymayı unutmasaydık, kökenimizi ortak bir atadan aldığımızı unutmasaydık!

Bu bölümden, herkesin düşünmesi gereken bir problem hakkında konuşmaya başlıyoruz. Gerçekten de istikrar, refah ve güvenlik, insan varlığının önemli bir yönüdür. Çalışmak, okumak, aile kurmak ve çocuk yetiştirmek, dini tam olarak uygulamak- tüm bunlar toplumda güvenlik ve barışın varlığı ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle, farklı halkların ve dinlerin temsilcileri arasında barış içinde bir arada yaşama sorunu, biz Ukrayna ve Kırım sakinleri için çok önemlidir. Hiç şüphe yok ki ülkemizi kan dökülmesinden, huzursuzluktan, dinler arası çatışmalardan korumamız gerekiyor. Evet, farklı inançlara sahibiz ve farklı milletlere mensubuz, ancak bu, farklı grupların ortak bir toprakta hoşgörülü bir şekilde bir arada yaşamasını ve aramızdaki barışçıl ilişkileri yok etmek, ortak evimizi sarsmak isteyen cahilleri ve kindar eleştirmenleri durdurmamıza engel olmamalıdır. İslam dini, merhamet ve adalet üzerine kuruludur ve hangi ulusal veya dini gruba mensup olursa olsun, herkesi devredilemez haklarının tecavüzüne karşı korur. Yüce İslam dini, farklı dinlerin temsilcileri arasındaki ilişkilerin üzerine inşa edilmesi gereken muhteşem ilkeler belirtmiştir. Ne yazık ki, insanlığa Kur’an ve Sünnetin öğrettiği barış içinde bir arada yaşama kültürü, bugün pek çok kişi tarafından bilinmemiş, anlaşılmamış veya unutulmuş durumdadır. Bu arada, onun yeniden canlanması bizim için ortak evimizin – Kırım ve Ukrayna’nın – tüm düşmanlara karşı ve düşmanlarının hilelerine rağmen istikrar ve esenliğin bir örneği olarak kalması için gereklidir.

Kitabımızın, Ukrayna ve Kırım sakinlerini, her birimizin bölgemizde barışın ve iyi komşuluğun korunmasına katkıda bulunmak zorunda olduğumuz gerçeğini düşündüreceğini umuyoruz. Ayrıca, bu kitabın, yalnızca gayrimüslimlerin büyük çoğunluğunda değil, aynı zamanda kendilerini Müslüman olarak görenlerin çoğunda da gelişen, İslam’ın en saf dini hakkındaki yanlış algıları yok etmesine yardımcı olacağını umuyoruz. İnsanların, İslam’ın bir terör ve zulüm dini olmadığını, insanlığın karanlıklardan aydınlığa çıkarılmasını, insanlara bu dünyada ve ebedi dünyada mutluluğun sağlanmasını amaçlayan Yüce Allah’ın bir armağanı olduğunu anlamalarını istiyoruz. Bu, doğruluk, samimiyet, iyilik, adalet, merhamet için çağrıda bulunan ve tanrısızlıktan, adaletsizlikten, zulümden ve hainlikten vazgeçmeye çağıran bir dindir.

Umuyoruz ki Müslümanların kendileri dinlerinin gerçek ilkelerinin farkındadırlar ve diğer dindeki hemşerileri ile ilişkilerini hile, zulüm, ihanet, tecavüz temelinde kurmanın mümkün olduğunu sananlar ise fikir ve davranışlarıyla Müslüman toplumunu itibarsızlaştırdıklarını, barış içinde yaşama fırsatını tehlikeye attıklarını, Cenab-ı Hakk’a hürmetsizce ibadet ettiklerini ve İslam’ı yaşadıklarını derin bir yanılgı içinde olduklarını anlayacaklardır. İslam’ın, ihanete ve insanlık dışılığa dayanan ve sarsılmaz insani değerlere saldırıyı teşvik eden bir baskı ve kana susamışlık dini olduğuna dair şeytani efsanenin devam etmesine yardımcı oluyorlar. Daha önce de belirtildiği gibi, hepimiz bir ruhtan geldik, tek bir kişinin- Ademin (a.s.) torunlarıyız. Yüce Yaradan, Âdem’e ve zürriyetine özel bir konum vermiş, insanı yüceltmiş ve onu diğer mahlûklara üstün kılmış ve onu âlemlerin önünde şereflendirmiştir. Kuran-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاھُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاھُمْ مِنَ الطَّیِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاھُمْ عَلَىٰ كَثِیرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِیلًا

«Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.»

(Kur’an-ı Kerim; İsrâ, 17:70).

Dolayısıyla İslam, insan kişiliğini hesaba katmanın ve ona özellikle doğası gereği ve insana tahsis edilen yüksek amaç, yani yeryüzünde vali rolüne bağlı olarak farklı davranma ihtiyacına işaret eder. Ve bir kişiye bu tür saygı gösterilmesi ihtiyacı, ten rengine, milletine, sosyal, kültürel ve maddi durumuna bağlı değildir. Yüce Kuran ve yüce Sünnet, herhangi bir kimseye ırkı, rengi, milliyeti vb. nedenlerle baskı, taciz, hapis ve ayrımcılığın kabul edilemezliğini vurgular.

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ırk veya milliyet temelinde ayrımcılığın cahiliye döneminin bir kalıntısı olduğunu ve İslam ile bağdaşmadığını açıklamıştır.

Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke’ye gireceği gün insanlara bir hutbe ile hitap etti ve şöyle dedi:

یا أیھا الناس إن لله قد أذھب عنكم عبیة عَنْكُمْ عُبِّیَّةَ الجاھلیة وتعاظمھا بآبائھا فالناس رجلان بر تقي كریم على لله وفاجر شقي ھین على لله والناس بنو آدم وخلق لله آدم من تراب

«Ey İnsanlar! Allah sizden cahiliye gururunu ve atalarla övünme adetini gidermiştir. İnsanlar iki gruptur: İyi, takva sahibi, Allah katında değerli kişi ve günahkâr, bedbaht, Allah katında değersiz kişi. İnsanlar Adem’in çocuklarıdır. Ve Allah Adem’i topraktan yaratmıştır…»

(at-Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 49; D 5116; Davud, Edeb, 110-111)

Bunu söyledikten sonra Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Kuran’ın şu sözlerini okudu:

یَا أیُّھَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَُأنْثَىٰ وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أكْرَمَكُمْ عِنْدَ للهَِّ أتْقَاكُمْ إِنَّ للهََّ عَلِیمٌ خَبِیرٌ

«Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir kadından yarattık. Hem de sizi şubeler ve kabilelere ayırdık ki, birbirinizi tanıyasınız. Şüphesiz ki, Allah katında en şerefliniz, takvaca en ileride olanınızdır.»

(Kur’an-ı Kerim, Hucurât, 13)

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) bir başka hutbesinde şöyle buyurmuştur:

یا أیھا الناس ألا إن ربكم واحد وإن أباكم واحد إلا لا فضل لعربي على عجمي ولا لعجمي على عربي ولا لأحمر على أسود ولا أسود على أحمر إلا بالتقوى أبلغت قالوا بلغ رسول لله صلى لله علیھ وسلم

«Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki, Rabbiniz birdir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza takva dışında bir üstünlüğü yoktur…»

(İbn Hanbel, 5/411)

Bu cümlelerde, insanlar arasındaki farkın en önemli olanın, takva bakımından farklılık olduğuna dair açık bir işaret vardır. İnsan, Allah’tan ne kadar çok korkarsa, o, hangi millete veya ırka ait olursa olsun, o kadar onurlu olur. Bir zamanlar milliyetçi duyguların etkisi altında muhacirler ve Ensarlar arasında neredeyse bir çatışma çıkacaktı. Ensarlardan biri şöyle bağırdı: «Yetişin ey ensar!» Muhacirlerden biri de şöyle bağırdı: «Yetişin ey muhacirler!» Bunu duyan, Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

«Bu câhiliye çağrıları da nedir?»

(el-Buhari, 4905; Müslim, 564)

Farklı yüzyıllarda ve farklı yerlerde tarih, İslam dünyasında iki olgunun varlığını gerçekten kanıtlamıştır:

  1. Toplumdaki sınıf ve kastlığın kaldırılması;
  2. Çeşitli inançlara ve onların takipçilerine inanç özgürlüğü vermek, ritüelleri yürütmek ve medeni hakları kullanmak.

Bir takım batılı bilim adamı, İslam’ın tebliğ ettiği değerler arasında bu insani değerin varlığına dikkat çekmişler ve ona övgü ile karşılık vermişlerdir. Örneğin ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin şu ifadesidir. «A Study of History» adlı kitabında şöyle yazıyor: «İslam’da farklı ırklar arasındaki kardeşlik sadece teorik bir açıklama değil, aynı zamanda Müslüman toplumun pratik bir gerçeğidir.» Yahudi kökenli Avusturyalı bir oryantalist olan Lepold Weiss şunları yazdı: «İslam’ın ahlaki sistemi ve bir kişinin ahlaki, sosyal, kişisel davranışı hakkındaki fikirleri, elbette Batı medeniyetindekilerden daha yüksek ve daha mükemmel. İslam, insanlar arasındaki düşmanlığı ortadan kaldırmış, aralarında kardeşlik ve eşitliğin kapısını açmıştır.» Roy, Draper’dan alıntı yaparak şunları söylüyor: «Eşitlik fikrini insan toplumunun yaşamına ilk kez sadece İslam sokabildi.»

Hintli düşünür Rama Swami şöyle yazdı: «Ben Hinduizm’i savunuyorum ve onun gayretli savunucusuyum. Ama aynı zamanda, dinimin, temel felsefesine rağmen, insan birliği fikrinin pratik uygulamasında başarısız olduğunu itiraf etmeliyim. Teorik ilkeleri ne olursa olsun, İslam dışında insanların Tanrı önünde eşitliğine ilişkin temel fikri pratikte gerçekleştirebilecek tek bir din yoktur.»

Adalet ve hakikat üzerine gökler ve yeryüzü kurulmuştur. İslam, müntesiplerinin, hangi dine mensup olurlarsa olsunlar ve hangi millî gruba mensup olurlarsa olsunlar, adaleti gözetmelerini ve başkalarına zulmetmekten ve onların haklarını çiğnemekten kaçınmalarını en acil şekilde talep etmektedir. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), Yüce Allah’ın şöyle buyurduğunu bildirdi:

إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي وَجَعَلْتُھُ بَیْنَكُمْ مُحَرَّمًا ، فَلَا تَظَالَمُوا

«Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.»

(Muslim, 4680).

Gayrimüslimlerle adalet, baskı ve zulmü reddetme ilkelerine dayalı bir arada yaşamanın İslam’ın mutlak değeri olduğunu ve her Müslümanın zorunlu bir özelliği olması gerektiğini belirtmek zorundayım. İnsanlar arasında adaleti sağlamak nedeniyle Yüce Allah’ın elçilerini göndermiş ve insanlara Tevrat’ı, İncil’i, Kuran’ı indirmiş bulunuyor. Allah buyurur:

لَقَدْ أرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَیِّنَاتِ وََأنْزَلْنَا مَعَھُمُ الْكِتَابَ وَالْمِیزَانَ لِیَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ

«Andolsun biz peygamberlerimizi açık kanıtlarla gönderdik, beraberlerinde kitap ve adalet terazisini de indirdik ki insanlar hakkaniyete uygun davransınlar. Bir de demiri indirdik ki onda büyük bir güç ve insanlar için yararlar vardır. »

(Kur’an-ı Kerim; Hadîd, 57:25).

Bütün ilahi mesajlar, insanlar arasında adaletin gözetilmesini, hak ihlallerinin önlenmesini ve kanunsuzluk yapanların engellenmesini açıkça bildirmiştir. Adil muamele görmek, her Müslümanın (salih ve günahkâr) ve Müslümanlarla birlikte yaşayan her gayri Müslim’in hakkıdır. İslam ülkelerinde yaşayan Müslüman vatandaşlar mahkemede Müslüman olmayan vatandaşlar üzerinde kesinlikle hiçbir ayrıcalığa sahip olmamıştır.

Kur’an-ı Kerim’in, özellikle de el-Begavî ve diğerlerinin yorumlarına ilişkin kitaplarda, Peygamber zamanında aşağıdaki vakaların meydana geldiği bildirilmektedir: bir keresinde kendisini Müslüman sayan, Ta’ma ibn Ubairik adlı bir adam, Medine’nin evlerinden birinde hırsızlık yaptı. Çalınan şey, içinde biraz un bulunan bir torbadaydı. Torbanın içinden unun sürekli olarak yola döküldüğü küçük delikler vardı ve bu nedenle hırsız, karanlık bir gecede olduğu için kendisinin de farkına varmadan arkasında bir iz bırakmış oldu. Ta’ma evine vardığında çuvalı Zeid bin es- Samiin adlı Yahudi komşusunun bahçesine attı. Sabah çalınan eşyanın sahipleri, onun kayıp olduğunu anladıklarında ve aramaya başladıklarında, Ta’ma’nın evine giden, dökülen un şeklinde bir iz buldular. Ta’ma’yı hırsızlık yapmakla suçladılar, ama o, rezil olmaktan korkarak masumiyetine yemin etmeye ve Yahudi komşusunu işaret etmeye başladı. Çanta Yahudi’nin avlusuna atıldığı için, şüphe üzerine düştü, ancak Yahudi hırsızlığa karıştığını da inkâr etmeye başladı. Ta’ma’nın akrabaları Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanına gelerek, kardeşlerinin masum ve suçsuz olduğuna haince yemin etmeye, onun utanç verici ithamlardan korunmasını talep etmeye ve Yahudi’nin suçlu olduğunu ve onun cezalandırılması gerektiğini söylemeye başladılar. Peygamber neredeyse onlara inanmaya ve Yahudi Zeid ibn el- Samin’i cezalandırmaya meyletti. Fakat sonra Yüce Allah, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)’e baş melek Cebrail’i göndererek, onun aracılığıyla gerçeği bildiren ve Yahudi’yi aklayan dokuz Kuran ayeti indirdi. Bu ayetlerde Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

إِنَّا أنْزَلْنَا إِلَیْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَیْنَ النَّاسِ بِمَا أرَاكَ للهَُّ وَلَا تَكُنْ لِلْخَائِنِینَ خَصِیمًا وَاسْتَغْفِرِ للهََّ إِنَّ للهََّ كَانَ غَفُورًا رَحِیمًا

«İnsanlar arasında Allah’ın sana gösterdiğine göre hükmedesin diye hakkı içeren kitabı sana indirdik; hainlerden taraf olma! Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok yarlıgayıcı, ziyadesiyle esirgeyicidir»

(Kur’an-ı Kerim; Nisâ, 4:105-106)

Ve ayrıca buyurur:

وَمَنْ یَكْسِبْ خَطِیئَةً أوْ إِثْمًا ثُمَّ یَرْمِ بِھِ بَرِیئًا فَقَدِ احْتَمَلَ بُھْتَانًا وَإِثْمًا مُبِینًا

«Kim de bir hata veya günah işler, sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa şüphesiz ağır bir iftira suçunu ve apaçık bir günahı yüklenmiş olur»

(Kur’an-ı Kerim; Nisâ, 4:112)

Böylece Yüce Allah, işlenen suçta Zeyd ibn es-Samin’in masumiyetini doğruladı.

Bu olay, İslam’ın gayrimüslimlere karşı adalet tecellisinin en açık örneklerinden biridir. Ancak İslam, Müslümanlardan sadece başkalarına adil davranmalarını zorunlu kılmakla kalmaz, aynı zamanda iyi işler yapmayı da onaylar.

İslam’ın başka bir dine karşı adil ve dindar tutumunun diğer örnekleri ve aynı ülkede farklı kültürlerin temsilcilerinin barış içinde bir arada bulunmasını sağlayan diğer islami ilkeleri, «Mutluluğun Anahtarı» programının sonraki bölümlerinde, İnşallah ele alacağız. Allah bütün işlerinizi düzene soksun ve tüm çabalarımızda bana ve size öğüt versin. Assalamu aleyküm’e.