Sevgili izleyicilerimiz! Sizleri tekrar programımızın konukları olarak görmekten kıvanç duyarız. Son programımızda gaybın anahtarları (mafatihu’l-gayb) olarak adlandırılan ve sadece Cenab-ı Hakk’ın mutlak hâkimiyetinde olduğu beş şeyden bahsetmeye başladık. Bu beş anahtar, her şeyi bilen Yaratıcı tarafından şu sözlerle sıralanmıştır:
إن لله عنده علم الساعة وینزل الغیث ویعلم ما في الأرحام وما تدري نفس ماذا تكسب غدا وما تدري نفس بأي أرض تموت إن لله علیم خبیر
«Kıyamet saati hakkındaki bilgi yalnız Allah’ın katındadır; O, yağmuru yağdırmakta; rahimlerdekini bilmektedir. Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez; ama Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.»
Kur’an’ın bu sözlerinde, gizli bilginin anahtarı olan beş şey listelenmiştir:
- Kıyamet Saati Bilgisi.
- Yağmur hakkında bilgi.
- Anne rahminde olanın bilgisi.
- Bir kişinin yarın ve gelecekte neler yaşayacağının bilgisi.
- Ölüm saati bilgisi.
Son görüşmemizde bu anahtarlardan ilki olan Kıyametin zamanını bilmekten bahsetmiştik ve kıyametin (Yevm-i Kıyamet) ne zaman geleceğini Allah’tan başka kimsenin bilmediğini söylemiştik.
Hadi sohpetimize devam edelim:
Gaybın ikinci anahtarı yağmur bilgisidir. Yüce Allah Kendi hakkında şöyle der: «O da yağmuru indirir.» Ne zaman yağmur yağacağını ne zaman insanlara fayda sağlayacağını ne de onlara zarar vereceğini bilen yoktur. Şüphe yok ki sadece Allah, yağmuru yeryüzüne indirmeye kadirdir ve O’ndan başka kimse yapamaz bunu. Bu sözleri duyan biri bize itiraz edebilir ve şöyle diyebilir: Peki ya her gün televizyon ekranlarından, radyodan duyduğumuz, gazetelerde ve internet kaynaklarından okuduğumuz hava durumu tahminlerine ne dersiniz? Bize yarın veya önümüzdeki günlerde yağmur beklendiği söyleniyor ve çoğu zaman tahminlerin doğru çıkıyor. Bu gerçek, herhangi bir şekilde, sadece Yaradan’ın yağış bilgisine sahip olduğu gerçeğini inkâr mı ediyor? Tabii ki hayır. İnsanların çoğu, hava tahminlerinin Kuran’ın gizli olanın anahtarları hakkındaki sözleriyle çeliştiğine inanmaktadır. Aslında, bu kesinlikle doğru değil. Herkes bilir ki, meteorologların bilgisi gizli bilgi değildir ve geleceğin bir tahmini değildir, sadece yağıştan kısa bir süre önce çevrede meydana gelen süreçlerin bir ifadesidir. Tahminleri, yağmur yağmadan önce doğada meydana gelen fiziksel değişimlerin tespiti ve sabitlenmesine dayanır ve çeşitli modern araçlar kullanılarak belirlenir. Allah Hakim’dir ve her şey için birtakım sebepler koymuş, meydana gelen her şey Cenab-ı Hakk’ın emrine göre kendi sebeplerine sahiptir, sebepsonuç ilişkisi kurmuştur. Herkesin bildiği sebepler vardır, bazılarının bildiği sebepler vardır ve kimsenin bilmediği sebepler vardır. Olan her şeyin nedenini ve Yaradan tarafından önceden belirlenmiş tüm olayların hikmetli anlamını bilemeyiz. Çünkü bize çok az bilgi verildi. Her birimiz biliriz ki, gökyüzünde bulutlar toplanmışsa ve gök gürültüsü gürlerse, o zaman yaklaşan yağmurun nedeni bu olabilir, ancak bu, gizli geleceği bildiğimiz anlamına mı geliyor? Hayır, sadece gördüğümüz sebeplerin neyi gösterdiğini biliyoruz. Hava tahmincilerinin yetenekleri bizimkinden biraz daha fazladır; özel uyarlamalarla, çevremizde görmediğimiz bazı değişiklikleri, daha önceki yağış nedenleri ve habercileri olan ve daha önceki tahminler için bir rehber olarak hizmet eden bazı değişiklikleri kaydedebilirler. Bu nedenle, hava tahmincilerinin bilgisi çok sınırlıdır, en fazla birkaç gün ile sınırlıdır, tamamen enstrümanlarla verilerin fiziksel algısına dayanırlar ve yalnızca gerçekleşebilecek veya hatalı olabilecek bir tahminde bulunurlar. Ve nasıl ki herhangi birimiz başının üstünde kara bulutlar gördüğünde ve gök gürültüsü duyduğunda yağmurun yağacağını varsayıyorsa, aynı şekilde hava tahmincileri de atmosferdeki değişiklikleri aletler yardımıyla sabitleyerek yağmuru varsayıyor. Dolayısıyla ayette söylenenler mutlak gerçektir; Allah’tan başka hiç kimse yağmurun sahibi değildir ve ne zaman yağacağını bilmez; Ek olarak, kesinlikle tek bir hava tahmincisi bu yağışların insanlara ne getireceğini söyleyemez- iyilik mi yoksa talihsizlik mi. Kaç kere öyle oldu ki, bazı ülkelerin halkı bulutları görerek, güzel yağmurun beklentisiyle sevindiler, ancak sonra bunun onlara doğru ilerleyen yıkıcı bir unsur olduğu ortaya çıktı.
Gaybın üçüncü anahtarı, anne rahminin neyi sakladığını bilmektir. Yüce Allah diyor ki: «Rahimlerdekini bilmektedir.» Allah’ın anne karnının içerdiğini bilmesi, doğmamış çocuğun cinsiyetini veya bebek sayısını bilmekle sınırlı değildir. Bu, çocuğun cinsiyeti, tek bebek mi yoksa ikiz mi olacağı ve çocuğun canlı mı yoksa ölü mü doğacağı, ne kadar yaşayacağı dünyaya doğduktan sonra- ömrünün uzun mu yoksa kısa mı olacağı ve gelecekteki bu kişinin refahının ne olacağı yani zengin mi yoksa fakir mi olacağı ve bilgili bir kişi mi yoksa cahil mi olacağı hakkında bilgileri içeren daha geniş bir bilgi, daha doğrusu her şeyi bilmedir. Rahimlerin içindekiler hakkındaki bu her şeyi kapsayan bilgi, yalnızca Yüce Yaratıcı’ya aittir, başkasına değil.
Ve burada da itiraz edenler olabilir ve şöyle diyebilirler: Modern tıp o kadar ileri gitti ki, bir çocuk hakkında doğumdan önce cinsiyet de dahil olmak üzere çok şey öğrenmek mümkün hale geldi. Böyle bir itirazın cevabı nedir? Öncelikle şunu anlamak gerekir ki, Kur’an-ı Kerim, Yüce Yaratıcı’nın insanlara saadeti için nazil olan bir vahyidir ve bu sebeple Kur’an’da söylenen her şey tartışılamaz ve apaçık hakikatle çelişemez. Modern tıp, bir çocuk hakkında gizli bilgiye ait bir şeyler öğrenebilir mi? Doktorlar, bebeğin cinsiyetinin ne olacağını, ancak cinsel özellikleri ortaya çıktıktan ve özel aletler yardımıyla belirlenmesi mümkün olduktan sonra söylemiyor mu? Ayrıca, daha önce de söylendiği gibi, bu yeni adamın mümin mi kâfir mi, salih adam mı yoksa kötü adam mı, mutlu mu mutsuz mu olacağını kim söyleyebilir?
Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
إن أحدكم یجمع خلقھ في بطن أمھ أربعین یوما نطفة ثم یكون علقة مثل ذلك ثم یكون مضغة مثل ذلك ثم یرسل الملك فینفخ فیھ الروح ویؤمر بأربع كلمات بكتب رزقھ وأجلھ وعملھ وشقي أو سعید
«Muhakkak ki sizden birinizin anne karnında yaratılışı kırk günde meydana gelir. Sonra aynı böyle yani 40 gün «alaka» yani aşılanmış yumurta olur, sonra aynı böyle 40 gün «mudga» yani et parçası olur. Sonra ALLAH Teâlâ bir melek gönderir. Melek dört kelime ile emrolunmuştur. Ona şöyle denilir: O kulun amelini yaz, rızkını yaz, ecelini yaz ve şaki yani isyankâr mı yoksa said yani itaatkâr mı olacağını yaz.»
(el-Buhari, 3208; Müslim, 2643)
Gizli bilginin dördüncü anahtarı, kişinin yarın ne yapabileceğinin bilgisidir. Allah diyor ki: «Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez.» Dikkat edin, Cenâb-ı Hak, «kimse ne yapacağını bilmez» demiyor, «Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez» diyor, yani neyi başaracağını bilmez. Örneğin bir ofiste çalışan bir kişinin bir sonraki gün için belirli planları ve görevleri vardır, işi planlanmıştır ve «Yarın, her şeyden önce şu şeyleri yapacağım» der. Planlarını biliyor, ancak bunlardan hangilerinin gerçekleşeceğini bilmiyor. Gelecek için planlar kuruyorsun, ancak planladığını gerçekleştiremeyebilirsin, ölüm, hastalık veya başka beklenmedik sana göre daha önemli olan bir iş vb. seni engelleyebilir. Bu nedenle, gelecekteki işlerinizi konuşurken «İnşallah» (Allah dilerse) kelimesini telaffuz etmeniz çok önemlidir. Yüce Yaradan buyurur ki:
ولا تقولن لشيء إني فاعل ذلك غدا إلا أن یشاء لله
«Allah izin verirse» demeden hiçbir şey için, «Şu işi yarın yapacağım» deme!»
(Kur’an-ı Kerim; Kehf, 18:23-24)
Çünkü gerçekten her şey Yaradan’ın iradesine tabidir ve O’nun hükümranlığında ancak O’nun izni olan şeyler gerçekleşir.
Gaybın beşinci anahtarı, ölüm saatinin bilgisidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: «Hiç kimse nerede öleceğini bilemez.» Yaradan’ın sözleri doğrudur: kimse nerede öleceğini kesin olarak söyleyemez. Bazen biri «Ben topraklarımı terk etmeyeceğim, burada öleceğim» diyor ama olmuyor. Başka bir kişi tüm hayatı boyunca anavatanında yaşar, orayı asla terk etmez, ancak aniden bir hastalık başına gelir ve içinden bir ses aniden bir yere gitme ihtiyacı olduğunu söyler, Allah’ın izniyle, güçlü bir niyet olgunlaşır ve bir an önce, o, içinde hastalıktan iyileşmeyi umarak, başka bir ülkeye giderler, ama oraya varır varmaz dünyadan ayrılır. Bu tür durumlar nadir değildir. Yani insan hangi diyarda öleceğini bilemez. Üstelik ne zaman öleceğini hiç bilemez. Ölüm yeri bir şekilde iradesiyle bağlantılıysa bile, ölümün yaklaştığını hissetmişse, «Beni filan yere götür, orada ölmek istiyorum» diyebilir, ölüm zamanına gelince, o zaman bunu ayarlamak ve tahmin etmek kesinlikle imkansızdır. Kim ölümünün yerini bilmiyorsa, elbette onun zamanını bile bilemez. Şimdi, söylenenlerin doğrulanması ve açıklanması olan iki gerçek olayı anlatacağım. İlk olay iki şoförün başına geldi- bir motosiklet sürücüsü ve bir motorlu taşıt sürücüsü. Araba ana yoldan ilerliyordu ve motosiklet ana yoldan geçen küçük bir yoldan geçiyordu. Bu ikisi kavşakta karşılaştılar. Araba şoförü nezaket göstermeye karar verdi ve motosikletçiye yol vererek durdu. Motosikletçi aynı şekilde, arabayı görünce ona yol vermek için durdu. Her iki sürücü de on saniye bir süre için durdu. Ardından arabanın şoförü, motosikletçinin ona yol verdiğini görünce yola çıktı Motosikletçi de aynısını yaptı. Çarpışma meydana geldi ve motosiklet sürücüsü öldü. Bu olay bize ne anlatıyor? Motosiklet şoförünün bu on saniyeyi yaşaması, öngörülen sürenin sonuna kadar yaşaması gerektiğini anlatıyor. Allah dileseydi iki araç da kazasız bir şekilde ayrılır veya tam tersi bir anda çarpışırlardı. Ama on saniyelik bu duraklama meydana geldi, böylece kaderinde ölmesi olan kişi hayatının geri kalanını yaşadı. Bu on saniye de Cenab-ı Hakk’a aittir. Ömrünüzün sonunun gelmesini hızlandıramazsınız ve erteleyemezsiniz. Şüphesiz bu, düşünen bir toplum için Allah’ın bir işaretidir. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
إن روح القدس نفث في روعي أن نفسا لن تموت حتى تستكمل أجلھا و تستوعب رزقھا
«Kutsal Ruh bana, tek bir canın bu dünyada kendisine ayrılan zamanını tamamlamadan ve kendisine ayrılan yemeği sonuna kadar tüketmeden ölmeyeceğini vahyetti.»
(Ebu Nuaym, «Hilyatü’l-Avliya», 14924)
İkinci olay ise yıllar önce hacılar arasında yaşanmış. O günlerde insanlar Mekke’ye gidip kervanlarla dönerler, yolda birlikte mola verirler ve birlikte yola çıkarlarmış. Bir adam annesiyle birlikte hacca gitmiş. Annesi hastaydı ve o adam her zaman onunla ilgilenirmiş. Başka bir mola verdikten sonra grup gece yola çıktmış ve bu adam biraz gecikmişti. Annesi için sırtında bir deve yatağı hazırlıyordu, böylece hareket halindeyken huzur içinde uyuyabilecekti. Sonra annesiyle birlikte yola çıkmış ve öne çıkan kervanı yakalamaya çalışmıştı. Ama arkadaşlarını tamamen gözden kaybetti. Yol dağların arasında uzanıyordu ve o önünde dar bir yol görünce bir kervanın izlerini takip ettiğini düşünerek onu takip etmeye karar verdi. Epey zaman geçmesine ve güneşin çoktan yükselmesine rağmen adam hala arkadaşlarına yetişememişti. Susuzluğun kendisini ve annesini ele geçireceğinden korkmaya başlamıştı ki aniden önünde çadırları görür. Bunlar Hicaz Bedevilerinin çadırlarıydı. Çadıra kadar sürdü ve sakinlerine hac yolunun nerede olduğunu sordu. Cevaplarından, tamamen farklı bir yolda ilerlediğini ve Mekke yolundan büyük ölçüde saptığını öğrendi. Bu insanlar ona: «Dinlenmek için bizimle kal, dinlen, sonra sana yolu gösterelim» dediler. Bu adam devesinden indi ve annesini indirmeye başladı, ancak annesi ayağı yere değdiği anda hemen can verdi. Ey Büyük Allah’ım! Memleketinden ayrılan bu kadının, kendisini uzak bir Bedevi göçebe kampında bulacağı ve dünyevi varlığının sonunu asla ulaşmayı düşünmediği yerlerde bulacağı kimin aklına gelirdi! Kader insanı ölmesi gereken yere götürür.
Doğrusu geleceği ancak Allah bilir!
«Kıyamet saati hakkındaki bilgi yalnız Allah’ın katındadır; O, yağmuru yağdırmakta; rahimlerdekini bilmektedir. Hiç kimse yarın ne elde edeceğini bilemez; hiç kimse nerede öleceğini bilemez; ama Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.»
Son yorumlar