Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in ışıltılı sıratından (biyografisinden) İslam’a davetin gizlice başladığını öğreniyoruz.
Cenâb-ı Hak neden başlangıçta elçisine çağrıyı gizlice yürütmesini emretmişti? Çünkü İslami davetin yürütüldüğü koşullar çok zordu ve bunu yapmak da çok tehlikeliydi. Kureyşlilerin taptıkları sahte ilahlara tapınmayı reddedip, sadece Cenab-ı Hakk’a ibadet etmeye açık bir çağrı, onların tüm daveti bastırmasına ve ilk Müslümanları daha başlangıçta yok etmelerine yol açabilirdi. Bu nedenle başlangıçta görüşme gizlice, ağızdan ağza yapılıyordu.
Müslümanların Safa tepesindeki Ebu’l-Erkam’ın evindeki «dar-ül-erkam»da toplandıklarından bahsetmiştik. Orada Peygamber Efendimiz (ﷺ) insanlara dini öğretmiştir. Ancak daha sonra Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in İslam’a davetinde yeni bir aşama, açık çağrı dönemi başlamıştır. Bu, peygamberliüin başlangıcından üç yıl sonra, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm’ın Mekke’deyken ve gizlice insanları çağırdığında gerçekleşti. Bu sırada Cenab-ı Hak, çağrıya açık ve yüksek sesle başlamanın emredildiği ayetleri indirdi.
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
«Yakın akrabanı da uyar.»
Kur’an-ı Kerim, Şuarâ, 26:214.
Ve ayet indirdi:
فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ وَأَعْرِضْ عَنِ الْمُشْرِكِينَ
«Sen, sana buyurulanı açıkça duyur, müşriklere aldırış etme!»
Kur’an-ı Kerim, Hicr, 15:94.
Yüce Allah’tan bir emir geldiğinde, Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, hemen buna itaat eder ve ashabı da onu takip etti. Bugün ise insanlar Allah’ın bir emrini duyduklarında sorarlar. «Bu farz bir emir mi (vacib) yoksa arzu edilen bir şey mi (müstehab)?» veya bir şeyin yasaklandığını duyduklarında şöyle derler: «Fakat belki yine de sadece mekruhtur, belki de bunun bazı yolları vardır? Ve Cenab-ı Hak peygambere:
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
«Yakın akrabanı da uyar»,
Emrini indirince derhal dedesi Abdülmuttalib’in torunlarını, amcalarını, doyurmak, çağrısını anlatmak ve onları dine davet etmek için bir araya topladı. Söylenene göre o kadar çok kişi gelmiş ki, doymak için dört yaşında büyük bir deveye, içmek için ise bir farak (9-10 litre) süt veya ekşi süte ihtiyaç duyulmuş. Ancak Peygamber Efendimiz aleyhisselâm onlara yalnızca bir avuç yiyecek hazırladı. Daha sonra doyuncaya kadar yemeye başladılar ama yiyecek sanki hiç kimse dokunmamış gibi hiç azalmadan aynı miktarda kaldı. Daha sonra Peygamber Efendimiz aleyhisselâm, misafirlerin doyuncaya kadar içmek üzere bir bardak ekşi süt getirmeyi emretti ve ekşi süt olduğu gibi kaldı. Böylece orada bulunan herkes işareti görmüş oldu. Bundan sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) onlara şöyle dedi: «Ben size ve diğer insanlara elçi olarak gönderildim. Yüce Allah’tan bir işaret gördünüz, o halde iman ediniz. Sizden şimdi iman edip bana biat etmek isteyen, benim iman kardeşim ve yoldaşım olmayı kim arzu eder?» Ve orada bulunanlar arasında yalnızca o zamanlar çok genç bir çocuk olan Ali ibn Ebu Talib ayağa kalktı ve «ben» dedi. Peygamber (s.a.v) ona: «Şimdilik otur» dedi ve ardından ikinci kez orada bulunan herkese aynı sözlerle hitap etti. Fakat Ali’den başka kimse ayağa kalkmadı, o da tekrar ayağa kalktı ve yine «ben!» dedi. Peygamber (s.a.v) ona: «Şimdilik otur» dedi. Üçüncü kez orada bulunanlara hitap etti ama Ali’den başka kimse ayağa kalkmadı. Bundan sonra Peygamber Efendimiz, şehadetini kabul ettiğinin işareti olarak eliyle onun eline vurdu.
Ve sonra İbn Abbas, Ebu Hureyre ve Aişe’nin (Allah hepsinden razı olsun) rivayet ettiği birçok hadiste bildirilen bir şey oldu. Diyorlar ki, Yüce Allah
وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ
«Yakın akrabanı da uyar»,
Ayetini indirdiğinde Peygamber Efendimiz aleyhisselâm Safa (Mekke’de bir tepe) denilen bir tepeye çıktı ve yüksek sesle bağırarak Kureyşlilere hitap etmeye başladı..
لَمَّا نَزَل قولُه تعالى: {وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ} صَعِد النبيُّ صلَّى الله عليه وسلَّم على جَبَلِ الصَّفَا، ونَادَى: يا بَنِي فِهْرٍ، يا بَنِي عَدِيٍّ، لِبُطُونِ قُرَيْشٍ، والبَطْنُ: أَقَلُّ مِن القَبِيلة، فاجْتَمَعوا عندَه، ومَنْ لم يَستطِعِ المَجِيءَ أَرْسَلَ رسولًا لِيَرَى: ما الأَمْرُ، وما الذي يُرِيد أنْ يُخبِرَ به النبيُّ صلَّى الله عليه وسلَّم، فلمَّا اجتَمَعوا وجاء أبو لَهَبٍ وقُرَيْشٌ،
«Ey Fihr Oğulları! Ey Adiyy oğulları!».
Yani Kureyş’in kabilelerini ve ailelerini tek bir yerde toplanacak şekilde çağırmaya başladı. Toplandılar. Kim kendisi gelemediyse, ne olduğunu ve Muhammed’in (s.a.v) neden tepeye çıkıp herkesi topladığını öğrenmek için temsilcisini gönderdi. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) amcalarından Ebu Leheb de geldi. Kureyşliler toplandığında, Peygamber aleyhisselâm onlara şöyle dedi:
لو أخبرتُكم أنَّ جَيْشًا يُريد أن يَهجُمَ عليكم؛ فهل كنتُم تُصدِّقونني؟ أَرَأَيْتَكُم
«Söyleyin bana, size düşman süvarilerinin vadide olduğunu ve size saldırmaya hazır olduğunu söylesem bana inanır mıydiniz?»
Onlar cevap verdiler:
فقالوا: نَعَمْ، وأَقرُّوا بصِدْقِه صلَّى الله عليه وسلَّم، وقالوا: ما جَرَّبْنا عليك إلَّا صدقًا
«Elbette inanırız, hayatımızda senden gerçek dışında hiçbir şey duymadık.»
Böylece Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in doğruluğuna şahitlik ettiler. Sonra O (s.a.v) şöyle dedi:
فإنِّي نَذِيرٌ لكم بَيْنَ يَدَيْ عَذَابٍ شديدٍ
«Öyleyse ben, şiddetli bir azabın öncesinde size gönderilen bir uyarıcıyım!»
Yani, kıyamet gününden önce sizi uyarmak için gelen bir uyarıcıyim. Bunu duyan Ebu Leheb şöyle dedi::
فقال أبو لَهَبٍ: تَبًّا لك سَائِرَ اليومِ!
أَلِهَذَا جَمَعْتَنا؟!
«Yazıklar olsun sana gün boyunca! Bizi bunun için mi topladın?»
Yani tüm işlerimizi, ticaretimizi, acil sorunlarımızı bir kenara bırakıp sırf bunun için mi burada toplandık?
Daha sonra Yüce Allah şu ayeti indirdi:
فأنزَل الله تعالى فيه: تَبَّتْ يَدَا أَبِي لَهَبٍ وَتَبَّ
«Ebû Leheb’in elleri kurusun! Kurudu zaten.»
Kur’an-ı Kerim, Tebbet, 111:1-2.
Buhari tarafından rivayet edilmiştir.
Peygamber Efendimiz’in (ﷺ) Safa tepesine çıkıp Kureyşlileri topladığında hem genel olarak hem de bireysel olarak ailelere hitap etmeye başladığı rivayet edilir:
لما نزلت هذهِ الآيةُ وَأَنْذِرْ عَشِيرَتَكَ الْأَقْرَبِينَ قامَ النَّبيُّ صلَّى اللهُ عليْهِ وسلَّمَ فنادَى يا بَني كَعبِ بنِ لؤيٍّ ! أنقِذوا أنفسَكُم منَ النَّارِ ، يا بَني عبدِ منافٍ ! أنقِذوا أنفسَكُم منَ النَّارِ ، يا بَني هاشِمٍ ! أنقِذوا أنفُسَكم منَ النَّارِ ، يا بَني عبدِ المطَّلِبِ ! أنقِذوا أنفسَكُم منَ النَّارِ ، يا فاطمةُ بنتَ مُحمَّدٍ ! أنقِذي نفسَكِ من النَّارِ ، فإنِّي لا أملِكُ لكِ من اللهِ شيئًا ، غيرَ أنَّ لكُم رَحِمًا سَأَبُلُّهَا ببَلالِهَا
«Ey Kabi ibn Lui oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Ey Abdi Menaf oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Ey Haşim oğulları! Kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Ey Abdülmuttalib oğulları, kendinizi cehennem ateşinden koruyun! Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Kendini cehennem ateşinden koru… Çünkü benim Allah’tan senin için hiçbir şeyim yok…»
Aişe de Safa tepesinden yaşanan aynı olayı anlatarak Peygamber Efendimiz’in (ﷺ) şöyle dediğini söyledi:
«Ey Muhammed’in kızı Fatıma, ey Abdülmuttalib’in kızı Sofya (peygamberin teyzesi), ey Muttalib oğulları, sizin için Allah katında benim hiçbir şeyim yok. Mülkümden istediğinizi isteyin, size hemen şimdi verebilirim ama orada, sonsuz hayatta sizin için hiçbir şeye sahip değilim.»
Aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) o anda şöyle dediği de rivayet edilir:
يا معشرَ قريشٍ اشتروا أنفُسَكم من اللهِ ، لا أُغني عنكم من اللهِ شيئًا ، يا بني عبدِ منافٍ لا أُغني عنكم من اللهِ شيئًا ، يا عباسُ بنَ عبدِ المطلبِ لا أُغني عنك من اللهِ شيئًا ، يا صفيةُ عمَّةَ رسولِ اللهِ لا أُغني عنكِ من اللهِ شيئًا ، يا فاطمةُ سلينى ما شئتِ ، لا أُغني عنكِ من اللهِ شيئًا
«Ey Kureyş topluluğu! Kendinizi (Allah’tan) satın alarak (Cehennem’den kurtarınız)! Ben Allah’tan gelen hiçbir şeyi sizden uzaklaştıramam!
Ey Abdi Menâf Oğulları! Sizden de Allah’ın azabından hiçbir şeyi def edemem!
Ey Abbâs ibn-i Abdilmuttalib! Senden de Allah’ın azabından hiçbir şeyi uzaklaştıramam!
Ey Allah Rasûlü’nün halası Safiyye! Senden de Allah’ın azabından hiçbir şeyi def edemem!
Ey Muhammed (s.a.v)’in kızı Fâtıma! Malımdan dilediğini iste! Ama Allah’ın azabından hiçbir şeyi senden uzaklaştıramam!»
Rivayeten Buhari, 2753; Müslim, 206.
Bu, tüm insanlara, Yüce Allah’a iman etmeye ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaya açık bir çağrıydı. Ve Peygamber Efendimiz aleyhisselâm Pazarlarda, panayırlarda, Hac döneminde ve mümkün olan her yerde açıkça çağrı yapmaya devam etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v), insanları yalnızca alemlerin Rabbi olan tek bir Yaradana ibadet etmeye çağırdı. Kureyşlilerin önünde açıkça namaz kıldı, Kur’an okudu. Ve insanlar bu inancı kabul etmeye başladı. Sıradan insanlar ve diğerleri, Peygamber (s.a.v)’in dinine girmeye ve ona uymaya başladı. Her geçen gün sayıları daha da artıyordu.
Dine davet döneminde Müslüman olanlardan biri de Ebu Zerr El-Gifari’dir. Ebu Zer, Kureyş olmayan ve Mekkeli olmayan Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sahabelerinden biridir. Gifar kabilesindendi. Adı Jundub ibn Junada’ydı ve Ebu Zer onun künyesiydi (Arapça isminin bir kısmı). Ebu Zer, cahiliye döneminde, yani İslam gelmeden önce bile, Arapların dininin ve ilkelerinin yanlış olduğunu, putlara tapınmanın savunulamaz olduğunu anlamıştı. Allah’tan başkasına tapan, şirk işleyenleri kınardı. Üstelik namazı bile kendi usulüyle kılıyordu. İslam’ı kabul etmeden üç yıl önce namaz kılmaya başladı. Nasıl ve hangi yöne namaz kılacağını bilmiyordu ama yine de bir şekilde yapıyordu. Belki de Haniflerden, yani Arap Yarımadası’nda yaşayan ve tek bir Yaradana ibadet eden az sayıdaki insandan etkilendiği için bunu yapmıştır. Öyle olsa bile Ebu Zer, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in haberini duyunca aceleyle Mekke’ye gitti. Mekke’ye vardığında kendisine en zararsız görünen bir kişiden Peygamber Efendimiz (ﷺ) hakkında bilgi almaya çalıştı. Ancak Muhammed aleyhisselâmı sorduğu anda üzerine taş ve kil parçaları isabet etti. İnsanlar, «Burada bir mürted daha ortaya çıktı» diyerek onu taşlamaya başladılar. İnsanların Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e ve çağrısına ne kadar düşman olduklarını gören Ebu Zerr, onun hakkında kimseye soru sormamaya karar verdi. Gece olduğunda Ebu Zer uzandı ve o sırada Ali (Allah ondan razı olsun) onu gördü. Ali, Ebu Zer’in bir yabancı olduğunu fark etti. Ali onu evine çağırdı ama hiçbir şey sormadı ve sabah Ebu Zer’i bulduğu yere getirip orada bıraktı. Akşam Ali tekrar geldi ve yine Ebu Zer’i yasak mescidde buldu ve onu evine götürdü ve o gece yine ona hiçbir şey sormadı. Üçüncü gece Ali, Ebu Zer’i tekrar evine davet etti ama ona Mekke’ye neden geldiğini sormuştu. Ebu Zer, Ali’nin güvenini kazanmayı başararak ona Resûlullah ile görüşmek istediğini söylemiş, ardından Ali ona şöyle demiştir:
إنه حقّ، وإنه رسول الله،
فإذا أصبحت فاتبعني، فإني إن رأيت شيئًا أخافه عليك قمت كأني أريق الماء، فإن مضيت فاتبعني حتى تدخل مدخلي
«Bu doğrudur, o Allah’ın elçisidir. Sabah olduğunda, beni takip et, ben önden gideceğim, sen de beni takip edeceksin. Senin için tehlikeli olan bir şey görürsem, o zaman ihtiyacım olanı halletmek istiyormuşum gibi dururum ve sen de dur. Sonra ben yola devam ettiğimde sen de beni takip et». Ve öyle oldu. Ebu Zer, Resûlullah’la görüştü, onu dinledi ve İslâm’ı kabul etti. Ve Peygamber (s.a.v) ona şöyle dedi:
ارجع إلى قومك فأخبرهم حتى يأتيك أمري
«Halkının yanına dön, onlara haber ver ve benim emrim gelene kadar bekle.»
Yani Peygamber Efendimiz (ﷺ) Medine’ye hicret edene kadar ki, daha sonra Gifar kabilesi de oraya taşınacaktır.
Ebu Zer İslam’ı kabul ettiğinde şöyle dedi:
فقال أبو ذر: «والذي نفسي بيده لأصرخن بها بين ظهرانيهم»، فخرج حتى أتى المسجد فنادى بأعلى صوته: «أشهد أن لا إله إلا الله وأن محمدًا عبده ورسوله»، فقام القوم إليه فضربوه حتى أضجعوه، وأتى العباس، فأكب عليه، وقال: «ويلكم، ألستم تعلمون أنه من غفار! وأنه من طريق تجارتكم إلى الشام؟»، فأنقذه منهم
«Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki! Şimdi gidip bu konuyu onların önünde yüksek sesle konuşacağım.» Daha sonra Mescid-i Haram’a gitti ve elinden geldiğince yüksek sesle müşrikler arasında şöyle demeye başladı: «Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü». Bunun üzerine halk tedirgin oldu ve Ebu Zere’ye saldırdı. Onu o kadar sert dövmeye başladılar ki onu yere düşürdüler ve tekme tokat vurmaya devam ettiler. Bu sırada Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in diğer amcası Abbas ibn Abd al-Muttalib, oraya geldi ve yaptıklarını görünce onları uyarmaya başladı. Kureyşlilere: «Bunu yapmayın! Gifar kabilesindendir. Kervanlarınız Şam’a giderken onların topraklarından geçerler. Daha sonra sizden intikam alacaklarından korkmuyor musunuz?» dedi. Ve bu sayede Ebu Zer’i bu öfkeli müşriklerin elinden kurtarmayı başardı.
Hadis Buhari tarafından rivayet edilmiştir.
Böylece Yüce Allah’a açık bir çağrı başlamışoldu ve bununla birlikte Peygamber (ﷺ) ve ashabı için fitneler başladı.
Son yorumlar