Peygamberimiz ﷺ’in hayat hikâyesine devam ederek, Muhammed’in gelişinden önce insanların içinde bulunduğu durumu ele alalım. Cenab-ı Hakk’ın son elçisinin doğumundan önce gerçekleşen, peygamberin yakın dünyaya gelişinin ilahi bir alamet ve göstergesi olan ve insanlık tarihin bu dönüm noktasına hazırlık aşaması haline gelen büyük olaylardan bahsedelim.
İlk olarak, son Peygamberinin zuhurundan önceki insanların durumundan bahsedelim. O günlerde insanlık çok derin ve açık bir yanılgı içindeydi. İnsanlar şirk ve cehalet karanlığı içindeydiler ve bu durum her şeyden önce Mekkelileri ilgilendiriyordu. Yüce Allah, Muhammed aleyhiselamın gelişinden önce insanların durumunu Kuran’da anlatırken, diyor ki:
هُوَ ٱلَّذِى بَعَثَ فِى ٱلْأُمِّيِّۦنَ رَسُولًۭا مِّنْهُمْ يَتْلُوا۟ عَلَيْهِمْ ءَايَـٰتِهِۦ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ ٱلْكِتَـٰبَ وَٱلْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا۟ مِن قَبْلُ لَفِى ضَلَـٰلٍۢ مُّبِينٍۢ
«Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler.»
Kur’an-ı Kerim, Cuma, 62:2.
Peygamber Efendimiz (ﷺ)’de Kendisi gelmeden önce o dönemde insanların durumunun ne olduğunu bize bildirmişti. Bir gün insanlara vaaz verdi ve şöyle dedi::
أَلَا إِنَّ رَبِّي أَمَرَنِي أَنْ أُعَلِّمَكُمْ مَا جَهِلْتُمْ مِمَّا عَلَّمَنِي يَوْمِي هَذَا «كُلُّ مَالٍ نَحَلْتُهُ عَبْدًا حَلَالٌ
«Rabbim bugün bana öğrettiğinden, size bilmediklerinizi öğretmemi emretti: «Kuluma verdiğim her şey helâldir.»
Cenâb-ı Hak neden bunu peygambere söylüyor? Çünkü müşrikler, mallardan ve helal hayvanlardan bir şeyler alıp, bunun putlara adandığını söyleyerek onu kullanmayı ve yemeyi yasaklamışlardı.
وَإِنِّي خَلَقْتُ عِبَادِي حُنَفَاءَ كُلَّهُمْ وَإِنَّهُمْ أَتَتْهُمْ الشَّيَاطِينُ فَاجْتَالَتْهُمْ عَنْ دِينِهِمْ وَحَرَّمَتْ عَلَيْهِمْ مَا أَحْلَلْتُ لَهُمْ وَأَمَرَتْهُمْ أَنْ يُشْرِكُوا بِي مَا لَمْ أُنْزِلْ بِهِ سُلْطَانًا»
«Bütün kullarımı hanif (tevhidci) olarak yarattım! Ve şeytanlar onlara gelir ve onları dinlerinden saptırır, onlara helal kıldığım şeyleri haram kılar ve onlara, hakkında hiçbir delil indirmediğim şeyi bana ortak koşmalarını emreder!»
Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
وَإِنَّ اللَّهَ نَظَرَ إِلَى أَهْلِ الْأَرْضِ فَمَقَتَهُمْ عَرَبَهُمْ وَعَجَمَهُمْ إِلَّا بَقَايَا مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ
«Şüphesiz Allah, yeryüzündekilere baktı, onlardan, Araplardan ve Arap olmayanlardan nefret etti, ancak kitap ehlinden kalanlar hariç.»
Müslim tarafından rivayet edilmiştir (2865).
Yani ehl-i kitaptan olup da önceki peygamberlerin dininden, yani tevhitten bir şeyler muhafaza edenler dışında.
İnsanlık o kadar derin bir yanılgı, şirk ve sayısız günah içindeydi ki, Cenab-ı Hak bunlardan nefret etti.
Peygamberimiz aleyhisselam’ın önde gelen sahabelerinden, kuzeni Cafer ibn Ebu Talib, Allah ondan razı olsun, Muhammed’in gelişinden önce insanların içinde bulunduğu durumu anlattı. Bunu Etiyopya hükümdarı Necaşi’ye anlattığında şöyle dedi:
«Ey Hükümdarım, biz cahil insanlardık! Putlara tapardık ve leş yerdik. İğrenç şeyler yaptık. Aile bağlarımızı kopardık, komşularımıza kötü davrandık, aramızda güçlü olan zayıfı yedi. Cenâb-ı Hakk bize içimizden aslını, doğruluğunu, dürüstlüğünü ve iffetini bildiğimiz bir elçi gönderip, yalnızca kendisine kulluk etmemiz için bizi Cenab-ı Hakk’a çağırıncaya kadar bu durumdaydık. Bizi tevhide, Allah’tan başka taptığımız ve atalarımızın taptığı her şeyden, her türlü taştan ve sahte ilahlardan vazgeçmeye çağırdı! Ve bize konuşmalarımızda doğru olmamızı emretti, emanete hürmet etmemizi, aile bağlarını korumamızı, komşularımıza iyi davranmamızı emretti…» vb.
Ahmad tarafından rivayet edilmiştir (1740).
Bu duruma düşen insanlık kendisini bir uçurumun kenarında, manevi bir çıkmazın içinde buldu. İnsanlık her zamankinden daha fazla Allah Resulü’ne ihtiyaç duyuyor, Cenab-ı Hakk’tan bir öğretmen ve akıl hocasının gelmesini bekliyordu. İnsanlık, Yaratıcının, onları içinde bulundukları karanlıktan çıkaracak elçisini onlara göndermesine ihtiyaç duyuyordu.
Onun doğumundan önce ve rahmet peygamberinin gelişini belirleyen hangi olaylar meydana geldi?
İlk olay, Peygamber’in (s.av.)’in dedesi Abdul-Muttalib’in Zemzem kuyusunu kazmasıydı. Bu, Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerin babası İbrahim oğlu İsmail’e bahşettiği kaynaktır.
Peygamber’in dedesi (Abdulmuttalib) mucizevi bir şekilde İbrahim ve İsmail’in saf kaynağını buldu, kazdı ve diriltti. Abdülmuttalib onu yerin karanlıklarından çıkardı ve bu, Cenab-ı Hakk’tan İbrahim ve İsmail’in dinini yeniden canlandıracak bir peygamberin yakında çıkacağının bir göstergesi, bir işaretiydi. Yani, saf tevhid inancını, yalnızca Yüce Yaratıcı’ya ibadeti, şirk ile lekelenmemiş ibadeti yeniden canlandıracaktır. Bu peygamber, insanları şirk ve cehalet karanlığından, saf tevhit ve ilim aydınlığına çıkaracaktır.
Peygamber Efendimiz’in kuzeni ve Abdülmuttalib’in bir başka torunu Ali ibn Talib bu konuda şunları söyledi: «Bir keresinde Abdülmuttalib hicarda (Kabe’nin bir kısmı) uyurken, birisi yanına geldi ve ona Zemzem’i açmasını emretti. Abdülmuttalib bizzat bu konuda şunları söylemiştir: «Bir defasında uyuyordum, biri yanıma gelip: «Tayyib’i aç!» dedi. Tayyib «iyi» anlamına geliyor, yani ona iyi bir şey çıkarması söylendi. Neden? Çünkü Zemzem hayırların kaynağıdır! Abdülmuttalib, rüyasında yanına gelene, «Bu tayyib nedir?» diye sordu ama o, cevap vermeden gitti.
Ertesi gün Abdülmuttalib bu yere dönüp tekrar uyuyakalınca yine biri yanına gelerek bu sefer şöyle dedi: «Berre’yi, yani takvalıyı kazın!» Neden? Çünkü Zemzem’in kaynağı, takva sahipleri için bollaşır, kötüler için ise kurumaya başlar. Abdülmuttalib: «Berre nedir?» diye sorunca, yanına gelen yine cevap vermeden oradan ayrıldı.
Üçüncü gün Abdülmuttalib tekrar bu yere geldi ve orada uyuyakaldı. Birisi yine ona yaklaşarak: «Madnûne’yi kazın» dedi. Madnûne acınan demektir. Zemzem’e neden acınan deniyor? Çünkü zemzemi ancak mümin hakkıyla içip karnını doyurabilir ve münafıklar ve kâfirler bu kaynaktan fazla içemezler.
Abdülmuttalib yine sordu: « Madnûne nedir?» ancak o yine gitti, ertesi gün tekrar ortaya çıktı ve «Zemzem’i aç» dedi. Bu kaynağa neden Zemzem deniliyor? Bu kaynaktaki su bolluğundan dolayı.
«Bu kaynak kurumayacak, eksilmeyecek ve çok sayıda hacı’nın susuzluğunu giderecek. İşkembe ile kan arasında» diyerek rüyasında Abdülmuttalib’e gelen kişi, bununla nereye kazılacağını işaret etmeye başladı.
Bir düşünün! İşkembe ve kan arasındaki kaynak. Bu şu anlama gelebilir: Ya burada tezek ve kan vardı ve bunların arasında bir Zemzem kaynağı vardı ya da Zemzem’in bir hayvanda tezek ile kan arasında oluşan süt gibi temiz bir içecek olduğu gerçeğinden bahsediliyor!
«Alaca kanatlı karganın gagaladığı yerde», yani kanatlarında beyaz uçlar bulunan bir karga. «Karınca yurdunda» – bu ona Zemzem’i nerede arayacağının bir göstergesiydi. Neden karınca yurdunda? İslam alimleri, Mekke’nin, içinde hiçbir şey üretilmeyen ve her taraftan karıncaların yiyecek ve tohum getirdiği bir karınca yuvasına benzediğini söylüyorlar. Mekke’de de hiçbir şey yetişmiyor, orada ne tahıl ne de meyve yetişiyor, ama her yerden her şey ona akın ediyor.
Kaynağın ne olduğu ve bu kaynağın nerede aranacağı Abdülmuttalib’e açıklandıktan sonra, gördüğü görülerin gerçek olduğunu anladı. Ertesi sabah, o zamanlar henüz tek olan oğluyla birlikte kendisine gösterilen yere gitti. Oraya vardığında bir çapa aldı ve kazmaya başladı. Aniden kuyunun kenarını gördü ve çok sevinerek bir sevinç çığlığı attı.
O anda Kureyşliler, Abdülmuttalib’in aradığını bulduğunu anladılar. Ona yaklaşıp dediler ki: «Abdülmuttalib, bu atamız İsmail’in kuyusu, dolayısıyla seninle birlikte bu kuyunun sahibi olmaya bizim de hakkımız var.» Onlara şöyle cevap verdi: «Hayır, hayır! Bu benim ayrıcalıklı özelliğimdir ve bana verilmiştir, size değil.» Yani ben onun sahibi olacağım ve bu suyu hacılara vereceğim. Ve bu onur bana ait olacak. «Hayır, adil olanı yapmalısın» dediler. Davamız sonuçlanıncaya kadar seni rahat bırakmayacağız.» Abdülmuttalib şöyle dedi: «Tamam! Sizinle benim aramda kimin hakem olacağına karar verin.» «Kahin Beni Sa’d» dediler. Müşrikler hüküm için Yüce Allah’ın kitaplarına başvurmadılar; kahinlere, falcılara ve diğerlerine yöneldiler. Abdülmuttalib: «Tamam!» dedi. Kâhin Şam sınırlarından uzakta yaşadığından hep birlikte yola çıktılar. Abdülmuttalib, bir grup akrabası ve farklı Kureyş kabilelerinden temsilcilerle birlikteydi.
Ali ibn Talib’in annlattığına göre, yolları o zamanlar çöl olan bölgeden geçiyormuş. Yolda Abdülmuttalib ve arkadaşlarının suyu bitmiş -ki çölde bu tek bir anlama geliyor – ölüm. Daha sonra yanlarında bulunan Kureyşlilerden suyu paylaşmalarını istediler. Kureyşliler cevap verdi: «Veremeyiz, çünkü bizim de çok az suyumuz kaldı, ve eğer sizinle paylaşırsak sizin düştüğünüz duruma düşeriz»
Yapacak bir şey yok. Abdülmuttalib yol arkadaşlarına şöyle dedi: «İstişare edelim. Lütfen ne yapmamız gerektiğini söyleyin.» «Hayır, biz seni takip edeceğiz» dediler. Hangi kararı verirsen ver, biz de razıyız» dediler. «Madem ölüm kaçınılmaz, gücümüz varken herkes kendine mezar kazsın. Birisi ölür ölmez diğerleri onu gömecek ve bu son kişiye kadar böyle devam edecek. Diğerlerinin de gömülmemesindense birinin gömülmemesi daha iyidir.» Şöyle dediler: «Harika fikir! Böyle yapalım.» Ve çukur kazarak ölümü beklediler.
Ancak Abdul-Muttalib şöyle dedi: «Neden oturup ölümü bekliyoruz? Neden daha ileri gidip bakmıyoruz, belki buluruz? Böyle bir şey yapmamak zayıflıktır, acizliktir. Bu şekilde davranmaya gerek yok.» Daha sonra su aramaya karar verdiler. Ve onlar çoktan hazırlandıklarında ve Abdülmuttalib devesine bindiğinde ve o da onunla birlikte ayağa kalktığında, aniden toynaklarının altından bir su kaynağı akmaya başladı! Kureyşliler her şeyi gördüler. Bu hazırlıkları, bu kaynağın nasıl fışkırdığını gördüler, halkın nasıl sevindiğini duydular. Abdülmuttalib susuzluğunu giderdi, arkadaşları da istedikleri kadar içtiler, su doldurdular. Ve Kureyşlilere şöyle dedi: «Siz de gelin! Suya yaklaşın, için, kendinize su doldurun! Bunu yaptılar ve sonra ona dediler ki: «Allah’a yemin ederiz ki ey Abdülmuttalib, dava senin lehinde sonuçlandı, çünkü şimdi sana burada su veren, oradaki suyu da senin için çıkarmış.» Yani, suyun hiç olmadığı bu çölde sana içecek veren Cenab-ı Allah, sana Zemzem’i içirendir. O yüzden huzur içinde geri dön ve işine devam et. Bu senin özelliğindir ve sana aittir ve kimse buna tecavüz edemez. Daha sonra Kureyşliler, kahine gitmemeye karar vererek Abdülmuttalib’le birlikte geri döndüler.
Son peygamberin ataları İbrahim ve İsmail’in kaynağı olan bu saf Zemzem kaynağının yeniden doğuşu, Muhammed ﷺ’in doğumundan önce mucizevi bir işaret ve büyük bir olay haline geldi.
Ve aranızda bu suyu tatmayan, suyu hiç bitmeyecek olan bu mübarek kuyudan içmeyen yoktur herhalde. Zemzem pınarından ne kadar su çekilirse çekilsin, Cenâb-ı Hakk’ın dilemesiyle mutlaka doldurulacak ve hacılara su sağlanacaktır.
Peygamber Efendimiz aleyhisselam’ın doğumundan önce meydana gelen ikinci büyük mucizevi olay, peygamberin babası Abdullah’ın katledilmesinin hikayesidir.
Geçmiş hikayeden Abdülmuttalib’in Kureyşliler tarafından çektiklerini öğrenmiştiniz. Endişelendi ve zayıflığını hissetti, el-Hâris adında tek oğlu olduğundan yardımcılarının az olduğunu gördü. Ve sonra bir yemin etti. Cahiliye devrinde insanlar Cenab-ı Hakk’a böyle adaklarda bulunurlardı. Cenab-ı Hakk’a, kendisini koruyabilecek kadar büyüyen on erkek çocuk verirse, bunlardan birini Allah rızası için feda edeceğine dair bir söz verdi.
Cenab-ı Hak ona on erkek, altı kız çocuk verdi. Büyüdüklerinde ve onların kendisini koruyabileceklerini anlayınca onları toplayıp yeminini onlara bildirdi. Çocuklar itaat etti ama onlardan hangisi, on kişiden hangisi kurban edilmeliydi? Kura çekmeye karar verdiler. Abdülmuttalib, en çok Hz. Muhammed’in babası (s.a.v) Abdullah’ı severdi ve kalbi ona en çok bağlıydı. Ve şöyle dedi: «Keşke kura Abdullah’a düşmese. Eğer ona düşmezse benim için her şey yolunda olur» dedi ama kura Abdullah’a düştü. Abdülmuttalib, Cenab-ı Hakk’a verdiği sözü yerine getirmek için oğlunu ve bıçağı alarak Kabe’ye doğru yola çıktı. Abdülmuttalib’in kardeşleri onu bu hareketten alıkoymaya başladılar ve ona bunu yapmamasını söylediler! Ne yapılması gerekiyordu? Sonunda Abdullah ile develer arasında kura çekilmesine karar verdiler. Ve böylece kura çekmeye başladılar. Başlangıçta on deve ve Abdullah vardı. Kur’a attılar ve kıraat Abdullah’a düştü. Sonra yirmi deve ve Abdullah, kura yine Abdullah’a düştü. Sonra otuz, kırk, elli deve vardı. Develerin sayısı yüze, yani öldürülene (diya) ödenen miktara ulaşınca, kura develere düştü. Abdülmuttalib sakinleşemedi ve şöyle dedi: «Hayır, tekrar deneyelim.» Yani yine yüz deve ile Abdullah arasında kura çekildi ve o yine develerin üzerine düştü. Üçüncü kez develer kura çekince, bu yeminin kefareti olarak bu yüz deveyi kurban etme anlamına geldiğine karar verdiler. Bu hikaye güvenilir kaynaklarda İbn Abbas’tan rivayet edilmektedir.
Bilmelisiniz ki, eğer Cenab-ı Hakk bir şeye karar verir ve onu önceden belirlerse, o mutlaka gerçekleşir ve onu kimse durduramaz. Allah’ın elçisi olan oğlu Muhammed’in Abdullah’tan doğmasını ilahi kader sağladı ve Abdullah’ın hayatını kurtardı ve Abdülmuttalib’in elini ondan çekti. Abdullah 25 yaşına gelip soylu, yakışıklı ve güçlü bir adama dönüşünce, babası onu Kureyş’in en soylu ailesinin en iyi kızıyla evlendirdi. Onu Amine ile evlendirdi ve o da Allah’ın elçisi Muhammed aleyhisselam’a hamile kaldı.
Son yorumlar