Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in hayat hikâyesine devam ederek, kendisi hakkında ashabına anlattıklarını ele alalım.
عن أصحاب رسول الله صلى الله عليه سلم أنهم قالوا : يا رسول الله ، أخبرنا عن نفسك. قال : ( دعوة أبي إبراهيم ، وبشرى عيسى ، ورأت أمي حين حملت بي كأنه خرج منها نور أضاءت له قصور بصرى من أرض الشام ) . رواه ابن إسحاق بسنده ( 1/166 سيرة ابن هشام ) ومن طريقه أخرجه الطبري في تفسيره ( 1/566) ، والحاكم في مستدركه ( 2/600) وقال : صحيح الإسناد ولم يخرجاه ، ووافقه الذهبي ، وانظر السلسلة الصحيحة (1545) .
Ashabından bir grup Peygamber Efendimiz (ﷺ)’e gelerek: «Ey Allah’ın Resulü, bize kendinden bahset.» dediler. Ve şöyle dedi: «Tamam. Ben babam İbrahim aleyhisselamın duasıyım. Ben İsa aleyhisselamın müjdecisiyim. Annem de bana hamile iken, kendisinden Şam saraylarını aydınlatan bir nur çıktığını gördü.»
Hadis Taberî tarafından tefsirinde (1/566) nakledilmiştir ve el-Albani «Es-silsile es-sahih» (1545) adlı eserinde onun doğruluğunu tasdik etmiştir.
Peygamber aleyhisselam, İbrahim’in duası olduğunu söylüyor, çünkü İbrahim (a.s) İsmail (a.s.) de dahil olmak üzere peygamberlerin babasıdır.
İsmail Peygamber, Hazreti Muhammed (s.a.v)’in atasıdır. Yüce Allah, İbrahim’e oğlu İsmail’le birlikte Kabe’yi inşa etme emrini verdi. Ve böylece, Cenab-ı Hakk’ın yeryüzündeki ilk evi olan Kabe’yi inşa ederken, Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’da bildirdiği gibi, O’ndan, kendi nesillerine bu topluma kutsal kitabı öğretecek yani Kur’an ayetleri ve hikmet yani Sünneti öğretecek bir peygamber ve bir elçi vermesini istediler. Yüce Allah buyuruyor:
وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَا ۖ إِنَّكَ أَنْتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ
رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكِّيهِمْ ۚ إِنَّكَ أَنْتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
«İbrâhim İsmâil’le birlikte o evin (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyordu: «Ey rabbimiz! Bizden bunu kabul buyur; şüphesiz sen işitensin, bilensin. Ey rabbimiz! Bizi sana teslim olanlardan eyle, soyumuzdan da sana teslim olacak bir ümmet çıkar. Bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et. Şüphesiz tövbeleri kabul eden, merhameti bol olan yalnız sensin. Soyumuzdan, onlara senin âyetlerini okuyacak, kitabı ve hikmeti öğretecek, onları arındıracak bir elçi çıkar rabbimiz! Çünkü yalnız sensin kudret ve hikmet sahibi.»
Kur’an-ı Kerim, Bakara Suresi, 2:127-129.
Yani bizi Sana teslim olanlardan eyle, nesillerimizden de Sana teslim olan bir ümmet eyle, yani onlarda Müslüman olsunlar.
Bu, peygamberlerin babası ve Hz. Peygamber Muhammed aleyhisselamın atası İbrahim’in duasıydı. Yıllar geçti, asırlar geçti, bin yıllar geçti ve Yüce Allah, önceki kutsal yazıları korumayan İbrahim ve İsmail’in torunlarına son elçisini göndererek İbrahim’in duasına cevap verdi. Yüce Allah ondan şöyle söz ediyor:
هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُبِينٍ
«Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O’dur. Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindeydiler.»
Kur’an-ı Kerim, Cuma, 62:2.
Yukarıdaki hadis-i şerifte Hazreti Peygamber (s.a.v), kendisinin de İsa’nın (a.s.) müjdesi olduğunu söylüyor. Çünkü İsa(a.s.), İsrail evindeki peygamberlerin ve elçilerin sonuncusudur, yani Peygamber Yakub’un (a.s.)’in soyundan gelenler arasındadır.
Onunla Peygamber Muhammed (s.a.v)’in arasında, başka peygamber ve elçi yoktu. İsa aleyhisselam, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in gelişinden altı yüz yıl önceydi, ve Cenab-ı Hakk’ın kendisine emanet ettiği görevlerden biri de bunu insanlara duyurmak ve onları sevindirmekti. Allah’tan bir elçi ve son peygamber insanlığa gelecektir. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de bunu bize şöyle bildiriyor:
وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُمْ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّرًا بِرَسُولٍ يَأْتِي مِنْ بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ ۖ فَلَمَّا جَاءَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَٰذَا سِحْرٌ مُبِينٌ
«Meryem oğlu Îsâ da şöyle demişti: «Ey İsrâiloğulları! Bilin ki benden önceki Tevrat’ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim.» Ama o (Ahmed) kendilerine apaçık kanıtlarla gelince, «Bu (kanıtlar) besbelli bir büyü!» dediler.»
Kur’an-I Kerim, Saff, 61:6.
Ve kitap ehli -Yahudiler ve Hıristiyanlar- bu elçiyi, onun ortaya çıkması gerektiğini ve çıktığını çok iyi biliyor ve biliyorlardı. Ancak Yahudiler, kendilerini kadim bir geleneğin taşıyıcısı, kitap ehli ve ilim sahibi olarak gördükleri için kibir ve kıskançlığa kapılmışlardı. Ve dediler ki: «Bu nasıl mümkün olabilir?!» Neden bizden biri olmasın? Bu imkansız! Biz seçilmiş olanlarız! Bütün peygamberleri içine alan biziz! Ve bu son peygamber ve elçi bizden değildir.» Ve kıskançlıkları ve kibirleri yüzünden ona inanmadılar.
Peygamber (s.a.v) hadiste şöyle buyuruyor: «Annem bana hamileyken, Şam saraylarını aydınlatan bir ışığın kendisinden çıktığını gördü.» Daha önce Yüce Allah’ın Peygamber Efendimiz’in babası Abdullah’ı kurban edilmekten nasıl kurtardığıni ve Peygamberimizin büyükbabası Abdülmuttalib’in yüz deveyi onun yerine nasıl kurban ettiğini anlatmıştık. Bir süre sonra Abdullah büyüyüp yakışıklı ve görkemli bir adam oldu ve yirmi beş yaşına geldiğinde Abdülmuttalib onu Kureyş kadınlarının en hayırlısı ve en asillerinden olan Amine bint Vehb ile evlendirdi. Âmine, Muhammed (ﷺ)’e hamile kalınca, babası Abdullah, mallarını oraya götürmek üzere bir ticaret kervanıyla Şam’a gitmeye karar verdi.
Şam nerede bulunur? Bunlar Arap Yarımadası’nın kuzeyindeki topraklar, yani Mekke’ye bir buçuk ila iki bin kilometre uzaklıkta bulunan Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin toprakları. Şam’dan dönüşte Medine’den geçerken hastalanıp kendini kötü hissettiği için amcalarıyla birlikte orada konakladı. Vefatına kadar tam bir ay Medine’de amcalarının yanında kaldı ve oraya defnedildi.
Daha sonra Abdullah’ın ölüm haberi Mekke’ye ulaştı ve bunu öğrenen Abdülmuttalib çok üzüldü ve elbet onunla birlikte çocukları da üzüldü. Bu sırada Muhammed (ﷺ) annesinin rahmindeydi, yani o babasını görmemişti ve babası da onu görmemişti. Böylece Peygamber (s.a.v) bir pazartesi günü yetim doğdu.
Hiç şüphe yok ki doğumu Pazartesi günü gerçekleşti, çünkü bir gün bir Bedevi ona geldi ve sordu:
عَنْ أَبِي قَتَادَةَ الْأَنْصَارِيِّ ، أَنَّ أَعْرَابِيًّا سَأَلَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ صَوْمِهِ، فَذَكَرَ الْحَدِيثَ، إِلَّا أَنَّهُ قَالَ : صَوْمُ الِاثْنَيْنِ ؟ قَالَ : ذَاكَ يَوْمٌ وُلِدْتُ فِيهِ، وَأُنْزِلَ عَلَيَّ فِيهِ
«Ey Allah’ın Resulü! Pazartesi günü orucun tutulması hakkında ne düşünüyorsunuz? Peygamber cevap verdi: «Bu benim doğduğum gün ve bana vahyin ilk gönderildiği gündür.».
Güvenilir hadis, Müslim’in şartlarına uygundur.
Ayrıca onun doğumunun fil yılında olduğu da bilinmektedir. Çünkü Kays bnu Mahram şöyle demiştir:
وُلِدْتُ أَنَا وَرَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَامَ الْفِيلِ
«Ben ve Resûlullah fil yılında doğduk».
İslam alimleri bunun Rebiülevvel ayında olduğunu söylüyorlar. Ancak ayın hangi günü olduğuna dair güvenilir bir veri bulunmuyor.
Ve Resulullah’ın doğumu gerçekleştiğinde, çeşitli alametler meydana geldi. Cenâb-ı Hakk’ın son peygamberi ve elçisinin bu dünyaya geldiğine işaret eden pek çok alamet vardı.
Peygamber’in (s.a.v) sahabelerinden Hasan bnu Sabit, o zamanlar Yesrib olarak adlandırılan Medine’de böyle bir alametin meydana geldiğini anlattı. Şöyle dedi: «Vallahi ben o zamanlar gençtim, sekiz yaşlarında bir çocuktum. Ve ben anlıyordum ve duyduklarımı hatırlıyorum. Peki ne duydum? Medine’deki Yahudilerden biri. Kuleye çıktı ve en yüksek sesle bağırmaya başladı: «Ey Yahudiler, ey Yahudiler!» Yahudiler toplandıklarında şöyle dediler: «Neyin var senin? Neden bağırıyorsun? Ne oldu?» Dedi ki: «Bu gece o yıldız doğdu, o yıldız yükseldi ki o yıldız Ahmed’in doğumuna alamettir.»
Ahmed, Muhammed isminin eşanlamlısıdır. Demek ki kitap ehli (Yahudiler ve Hıristiyanlar) bu ahir zaman peygamberi ve elçisinin çıkmasını bekliyorlardı. Yahudilerin onu bekliyor olması da onların onu ve cemaatini izlediklerini, ve bugün de izlemeye devam ettiklerini gösteriyor. Usame bnu Zeid, bir zamanlar Zeid bnu Amr bnu Nufeil’in Şam’da olduğunu ve orada bir rahibin kendisine yaklaştığını anlattı. Bu basit bir rahip değil, bilgili Hıristiyanlardan biriydi. Zeyd bnu Amr bnu Nufeil’e yaklaşarak şöyle dedi: «Orada sizin topraklarınızda bir peygamber ortaya çıktı. Neden? Çünkü yıldızı doğdu, yıldızı yükseldi. Bu nedenle gidin, ona inanın ve onun peşinden gidin.»
O günlerde yaşanan ve bu bölümün başında aktardığımız hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in zikrettiği bir diğer alamet de, Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in annesinin doğum sırasında ondan çıkan ışığı görmesi. Işık o kadar güçlüydü ki, yüzlerce kilometre uzakta bulunan Şam saraylarını aydınlatıyordu.
Bu ışık neden ortaya çıktı? Bu, Cenab-ı Hakk’ın, aracılığıyla gerçek iman nurunu vereceği kişinin bu dünyada ortaya çıktığının göstergesiydi. İnsanları vesvese, cehalet ve şirk karanlığından tevhid, ilim ve Allah’a itaate ulaştıracak nurdur bu.
Yüce Allah buyurur:
قَدْ جَاءَكُم مِّنَ اللَّهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُّبِينٌ
«Şüphe yok ki size Allah’tan bir ışık, apaçık bir kitap geldi.»
Kur’an-ı Kerim, Mâide, 5:15.
Şam sarayları neden bu ışıkla aydınlanmıştı? Bu tesadüf değil! Şam özel bir yer. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de üç yerde buranın özel bir lütuf olduğunu belirtmektedir. Kudüs ve çevresi özel yerlerdir çünkü Cenâb-ı Hakk’ın peygamberleri ve elçileri oraya gelmiştir. Bilhassa İbrahim’in ikinci oğlu İshak’ın soyundan gelen peygamberler. Peygamberlerin geldiği yer olan Şam saraylarını aydınlatan ışık, son peygamberin yakında Mekke’den çıkacağını ve artık peygamberlik görevinin İshakoğulları ve İsrailoğullarından İsmailoğullarına geçtiğini gösteriyordu – Hazreti Peygamber Muhammed’e sallalahu aleyhi ve sellem.
Bu da aynı zamanda bu dinin Şam’a mutlaka ulaşacağının, Şam’ın İslam diyarı, hak din diyarı olacağının da göstergesiydi. Şam, ahir zamanda, kıyametten önce, Müslümanlar için bir sığınak, kale olacak bir yerdir. Ve orada, kıyametin başlamasından kısa bir süre önce, Meryem oğlu İsa aleyhisselam inecektir. Bazı rivayetlerde belirtildiğine göre Şam’da beyaz minarenin yanındaki bir eve inecektir.
Âmine yükünden kurtulup Peygamber Efendimizi sallalahu aleyhi ve sellem’i doğurduğunda, büyükbabası Abdülmuttalib’e bir torununun doğduğunu bildirmek için bir elçi gönderdi. Bu haberi duyan Abdülmuttalib çok sevindi ve torununa Muhammed adını verdi.
Bu isim Araplar için tuhaftı. Abdülmuttalib’in ataları arasında bulunmayan bir isim. Kureyşliler ona şöyle sordular: «Neden ona babalarından ve atalarından birinin adını vermiyorsun? Bu Muhammed nasıl bir isim? Abdülmuttalib de şu cevabı verdi: «Cenâb-ı Hakk’ın onu gökte övmesini ve yeryüzündeki insanların da onu övmesini istiyorum.» Yüce Allah, Abdülmuttalib’e torununa Ahmed isminin eşanlamlısı olan Muhammed adını vermesini bu şekilde ilham etti.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v) fil yılında Pazartesi günü yetim olarak doğdu. Ve ilk başta, ilk günlerde annesi Amine onu emzirdi, sonra Peygamberimizin amcası Ebu Leheb’in kölesi olan Süveybe adında bir kadın onun sütannesi oldu. Bundan önce, aynı zamanda Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) Hamza adlı başka bir amcasının sütannesiydi. Dolayısıyla Hamza, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) sadece amcası değil, aynı zamanda onun sütkardeşidir. Bir süre sonra da çöldeki Bedevilere bebeği, Arapların örf ve adetleri gereği Beni Sa’d bnu Bekr kabilesine vermeye karar verdiler.
Çocuklarını neden beslenmeleri için çöle gönderiyorlardı? Bunun nedenlerinden biri de çocuğun orada başka dillerle karışmayan, hiçbir etkiye maruz kalmayan, gerçek, saf Arapça eğitimi almasıydı. İkinci neden ise çocuğun çölde yaşarken lükse ve şımartılmaya bağlı kalmadan gösterişsiz olmayı öğrenmesiydi. Orada büyüyen çocuk daha güçlü ve daha sağlıklı hale geliyor ve doğayla tanışıp onunla temas halinde yaşayan zihni daha keskinleşiyordu.
Böylece Banu Sa’d bnu Bakar kabilesinden kadınlar Mekke’ye gelerek bebekleri doyurmak için almaya başladılar. Halime adında bir kadın, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i seçip, onu kendisiyle birlikte çöle, göçebe kampına, yani Banu Sa’d bnu Bakar kabilesinin yaşadığı yerlere götürdü.
Son yorumlar