21. İSLAMA GEÇEN İLK İNSANLAR

Share

Peygamber Muhammed, insanları Yüce Allah’a, putperestlikten ve her türlü şirkten vazgeçmeye çağırmaya başladı. Yakındakilere, uzaktakilere, özgürlere ve kölelere seslendi.

Başlangıçta çevresinde bulunan, güvendiği, iyi gördüğü kişilere yönelik bir çağrıydı bu. Bu çağrıya ilk cevap veren ve bu çağrıyı kabul eden kişi ise hayatının sonuna kadar kendisine destek olan eşi Hatice bint Huveylid oldu. Gençlerden çağrıya ilk cevap veren ve Müslüman olan, Ebu Talib’in (Peygamberimizin amcası) oğlu Ali ibn Ebu Talib oldu.

Cenâb-ı Hakk’ın Mekke’deki hikmetine göre o dönemde Kureyşliler, şimdiki deyimle korkunç bir ekonomik bunalım yaşadılar. Ve Peygamber Efendimiz, sallalahu aleyhi ve sellem, diğer amcası Abbas’a şöyle dedi: «Neden Ebu Talib’e yardım etmiyoruz, onun çok çocuğu var ama parası az! Her birimiz bir çocuğunu kendi evine götürsün, büyütelim ve destek olalım.» Daha sonra Ebu Talib’in yanına giderek bunu ona teklif ettiler. Ebu Talib kabul etti. Peygamber (s.a.v) Ali’yi kendisine, Abbas da Cafer’i aldı. Böylece Ali, henüz Peygamber olmadığı bir dönemde, Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in yanında yetişmişti. Ve Ali on yaşındayken İslam’ı kabul etti ve İslam’a geçen ilk genç, ilk çocuk, ilk genç adam oldu.

Kölelerden ilk İslam’ı kabul eden Zeid bnu Haris oldu. Yakalanarak köle olmuş. Daha sonra Zaid bnu Haris, Hatice’ye ait olmaya başladı ve onu o da kocası Muhammed’e verdi (s.a.v). Peygamber (s.a.v) Zeid bin Haris’i özgürlüğüne kavuşturduğunda o evinde kalmak istedi. Ve böylece Zeyd bnu Haris’in yetiştirilmesi Peygamber Efendimiz (s.a.v) ile devam etti. Bir süre sonra Zeid bnu Haris’in babası, oğlunun Mekke’ye gittiğini öğrendi. Oraya bir grup insanla geldi ve oğlunun nerede olduğunu öğrenerek Muhammed’in (s.a.v)’in yanına geldi. «Sen ne kadar asil bir adamsın ve ne kadar asil bir ataların oğlusun ve köleleri azat etmeyi sevdiğin de malumdur. Oğlumun gitmesine izin ver!» Hz. Peygamber sallalahu aleyhi ve sellem Zeyd bnu Haris’i çağırdı ve ona şöyle dedi: «İşte baban! İstiyorsan onunla git, kalmak istiyorsan kal.» Zeyd bin Haris şunu söyledi: «Hayır, seninle kalacağım.» Babası ve kabilesinden olanlar şöyle dediler: «Nasıl?! Esareti özgürlüğe tercih mi edeceksin? Bu insanlara babana tercih mi edeceksin?» Zeyd bin Haris şöyle cevap verdi: «Bu adamdan öyle bir şey gördüm ki, onu kimseye tercih edemem.»

İşte o, Peygamber sallalahu aleyhş ve sellem ile birlikte kalmaya devam etti. O zamanlarda evlat edinme mümkündü, yani birini evlat edinip onu kendi oğlu gibi yetiştirebilir ve kendi soyuna bağlayabilirdiniz. Bu nedenle Zeyd bin Haris’e Zeyd bin Muhammed (Muhammed’in oğlu Zeyd) denirdi. Ancak sonradan Yüce Allah, başka insanların çocuklarını kendi soyadınıza ve ailenize ait saymayı yasakladı. Bu nedenle Zeyd tekrar Zeyd bin Haris olarak anılmaya başlandı. Bu da gösteriyor ki bir yetimi yetiştirebilirsiniz, ancak onu kendi oğlunuz olarak adlandıramaz ve onu kendi soyuna ait olarak kabul etmelisiniz.

İslam’ı kabul eden ilk özgür erkek Ebu Bekir as-Siddik’ti. O, Peygamber’in dostuydu, ve ondan iki buçuk yaş daha gençti. Onlar çok yakın arkadaştılar ve Ebu Bekir, Muhammed aleyhiselam’ın ne tür bir insan olduğunu, çok iyi biliyordu. Onun, güvenilir, açık ve dürüst bir insan olduğunu ve asla yalan söylemediğini biliyordu.

Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v) ona peygamber olduğunu söyleyip onu imana çağırdığında, Ebu Bekir hemen iman etti. Bazı eski değişlerde bildirildiği gibi, eğer başkaları bir süre iman çağrısına katılıp katılmama, cevap verme veya cevap vermeme konusunda düşünürse, Ebu Bekir hemen kabul etti ve inandı, bu nedenle kendisine Sıddıki lakabı verildi, yani gerçeği anında ve koşulsuz kabul eden kişi.

Böylece Ebu Bekir Sıddık İslam’ı kabul etmişti ve halkının çok saygı duyduğu bir insan ve çok başarılı bir tüccar olduğundan insanlarla çok kolay ortak bir dil buluyordu. İnsanlar onla yöneliyorlardı çünkü onları kendisine çekebiliyordu. Ve Sıddık, Kureyşlileri çok iyi tanıdığından kavmi için en uygun davetçiydi. Onların tüm kötü ve iyi yönlerini biliyordu ve insanlar onunla konuşmaya geliyor ve onunla oturmayı seviyordu. Bu, onun aracılığıyla birçok kişinin İslam’a geçmesinin nedeniydi; aralarında Osman bnu Affan, Talha bnu Ubeydullah, ez-Zübeyr bnu el-Avvam, Saad ibn Ebi Vakkas, Abdurrahman ibn Avf, Ebu Ubeyde bnu’l-Jarrah, Osman, ibn Mazun, El-Arkam bnu Ebu el-Arkam, Ebu Seleme ve daha birçokları vardı. Kölelerden Bilal bnu Rabbah, Suheib Rumi, Ömer bnu Yasir ve adı Sümeya olan babası ve annesi onun aracılığıyla İslam’a geçti.

Bu gizli bir çağrı dönemiydi. Yani Peygamber (s.a.v), Kureyş’le hiçbir açık çatışmaya girmedi ve putlarına açıkça karşı çıkmadı. Aksine, bu, kişinin yakınına, onunda diğerine ilettiği, ve böylece devam eden ağızdan ağza bireysel bir çağrıydı.

Neden böyle davrandılar?

Çünkü çok tehlikeliydi. Kureyşliler’in bu çağrının yapılmasına asla izin vermeyeceklerini ve onu daha başlangıç ​​aşamasında boğacaklarını anladıklarından, bunu yapmak zorunda kaldılar. Bu nedenle çağrı üç yıl boyunca gizlice yapılmış ve Müslümanlar dua etmek istediklerinde Mekke’de bir vadiye giderek orada namaz kılmışlardır. Ancak bir gün Kureyşliler, bazılarının kendilerine alışılmadık bir şey yaptığını gördüler ve bu nedenle aralarında bir çatışma çıktı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, daha sonra halka Erkam bnu Ebu’l-Erkam’ın Safa tepesindeki evinde toplanmalarını söyledi.

Dar al-Arkam (El-Arqkam’ın evi) Kureyşlilerden gizliydi ve Peygamber (s.a.v) ve ashabı orada toplanmaya başladılar. Orada insanlara İslam’ı ve Kur’an’ı öğreterek ilk Müslüman topluluğunu yetiştirdi. İnsanların birbirini sevdiği ve desteklediği, hiçbir şeyi ortak koşmadan, yalnızca Cenab-ı Hakk’a ibadet ettiği bir toplum. Ve ancak bundan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’e çağrısını açıkça duyurması emri geldi.

İnsanların gizli bir çağrıya nasıl yanıt verdiklerine bir örnek, Amr bnu Abas al-Sulami adında bir adamdır. Cahiliye döneminde, yani İslamiyet’ten önce, insanların çeşitli putlara taparak hata yaptıklarını ve yanlış yaptıklarını anladığını söyledi. Bir gün Mekke’de bir adamın haberini duydu ve onu bulmak için oraya gitmeye karar verdi. Mekke’ye vardığında bu adamın saklandığını öğrendi. Ancak o bir yolunu bulup Peygamber Efendimiz (ﷺ) ile gizlice görüştü. Onun yanına girerek şöyle dedi:

قَالَ عَمْرُو بْنُ عَبَسَةَ السُّلَمِيُّ : كُنْتُ وَأَنَا فِي الْجَاهِلِيَّةِ أَظُنُّ أَنَّ النَّاسَ عَلَى ضَلَالَةٍ، وَأَنَّهُمْ لَيْسُوا عَلَى شَيْءٍ، وَهُمْ يَعْبُدُونَ الْأَوْثَانَ، فَسَمِعْتُ بِرَجُلٍ بِمَكَّةَ يُخْبِرُ أَخْبَارًا، فَقَعَدْتُ عَلَى رَاحِلَتِي، فَقَدِمْتُ عَلَيْهِ، فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مُسْتَخْفِيًا جُرَآءُ عَلَيْهِ قَوْمُهُ، فَتَلَطَّفْتُ حَتَّى دَخَلْتُ عَلَيْهِ بِمَكَّةَ، فَقُلْتُ لَهُ : مَا أَنْتَ ؟ قَالَ : « أَنَا نَبِيٌّ «. فَقُلْتُ : وَمَا نَبِيٌّ ؟ قَالَ : «أَرْسَلَنِي اللَّهُ «. فَقُلْتُ : وَبِأَيِّ شَيْءٍ أَرْسَلَكَ ؟ قَالَ : « أَرْسَلَنِي بِصِلَةِ الْأَرْحَامِ، وَكَسْرِ الْأَوْثَانِ، وَأَنْ يُوَحَّدَ اللَّهُ لَا يُشْرَكُ بِهِ شَيْءٌ «. قُلْتُ لَهُ : فَمَنْ مَعَكَ عَلَى هَذَا ؟ قَالَ : « حُرٌّ وَعَبْدٌ «. قَالَ : وَمَعَهُ يَوْمَئِذٍ أَبُو بَكْرٍ، وَبِلَالٌ مِمَّنْ آمَنَ بِهِ. فَقُلْتُ : إِنِّي مُتَّبِعُكَ. قَالَ : « إِنَّكَ لَا تَسْتَطِيعُ ذَلِكَ يَوْمَكَ هَذَا ؛ أَلَا تَرَى حَالِي وَحَالَ النَّاسِ ؟ وَلَكِنِ ارْجِعْ إِلَى أَهْلِكَ، فَإِذَا سَمِعْتَ بِي قَدْ ظَهَرْتُ، فَأْتِنِي «. قَالَ : فَذَهَبْتُ إِلَى أَهْلِي، وَقَدِمَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمَدِينَةَ، وَكُنْتُ فِي أَهْلِي، فَجَعَلْتُ أَتَخَبَّرُ الْأَخْبَارَ، وَأَسْأَلُ النَّاسَ حِينَ قَدِمَ الْمَدِينَةَ حَتَّى قَدِمَ عَلَيَّ نَفَرٌ مِنْ أَهْلِ يَثْرِبَ مِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ. فَقُلْتُ : مَا فَعَلَ هَذَا الرَّجُلُ الَّذِي قَدِمَ الْمَدِينَةَ ؟ فَقَالُوا : النَّاسُ إِلَيْهِ سِرَاعٌ، وَقَدْ أَرَادَ قَوْمُهُ قَتْلَهُ فَلَمْ يَسْتَطِيعُوا ذَلِكَ، فَقَدِمْتُ الْمَدِينَةَ، فَدَخَلْتُ عَلَيْهِ…

«Sen kimsin? Peygamber aleyhisellam ona şöyle dedi: «Ben bir peygamberim.» «Peygamber olmak ne demek?» «Allah beni bir mesajla gönderdi» – «Peki seni nasıl bir mesajla gönderdi?» «Beni insanların aile bağlarını korumaları, yalnızca Allah’a kulluk etmeleri ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaları ile gönderdi.» O da «Yanında başka kimse var mı?» dedi. Dedi ki: «Evet, bir hür (Ebu Bekir) ve bir köle (Bilal) vardır.» Daha sonra Peygamber Efendimiz’e: «Ben de sana tabi olacağım» dedi. Ancak Peygamber (s.a.v) şöyle dedi: «Şimdi değil. Benim ve bu insanların içinde bulunduğu duruma bak. Bu nedenle kabile dostlarının yanına dönüp beklersen iyi olur, işimin başarıya ulaştığını duyduğunda gel.» Ve soydaşlarımın yanına gitmek için oradan ayrıldım. Daha sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v), Medine’ye taşındı. Sürekli bir haber bekliyordum, insanlara soruyordum ve bir gün Yesrib’den (Medine’den) bir grup insan yanımıza geldi. Ben de onlara Peygamber Efendimiz (ﷺ)’i sordum, onlar da şöyle dediler: «Evet, insanlar ona koşuyor ve kabile soydaşları onu öldürmek istediler ama başaramadılar.» Sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gittim ve yanına girdim…»

Gizli çağrı döneminde İslam’ın kabul edilmesine dair bir başka örnek, o zamanlar henüz ergenlik çağında olan Abdullah ibn Mesud’un hikayesidir. Halk için koyun güdüyordu. Abdullah ibn Mesud, koyun otlatırken kavminden saklanan Rasulullah (ﷺ) ve Ebu Bekir yanına geldiklerini söyledi. Yanına gelip şöyle dediler: «Ah oğlum, bize biraz süt verebilir misin?» Abdullah ibn Mesud şöyle cevap verdi: «Kendi koyunumu gütmüyorum, bu yüzden size süt veremem.» Sonra Peygamber (s.a.v) ona şöyle dedi: «Genç bir kuzun var mı? Henüz bir erkek tarafından örtülmemiş olan» (yani henüz sütü olamayan). Abdullah ibn Mes’ud: «Evet var» dedi ve bu koyunu getirdi. Ebu Bekir onu bağladı ve tutmaya başladı ve Reslullah (s.a.v), memesini alıp Yüce Allah’a dua etmeye başladı ve birden bu meme sütle doldu. Sonra Ebû Bekir ona, üzerinde çukur olan, yani bardağa benzeyen bir taş verdi. Peygamber aleyhiselam orada süt sağdı ve ondan içti. Sonra Ebu Bekir ve Abdullah ibn Mesud içti. Bundan sonra Hz. Peygamberimiz şöyle dedi: «Şimdi tekrar kasıl» ve meme kasıldı. Abdullah ibn Mesud bütün bunları görünce Peygamber Efendimiz’i görmek için Mekke’ye gitti. Ona: «Bana bu güzel sözü (Kur’an’ı) öğret» dedi. Ve Peygamber (s.a.v) ona şöyle dedi: «Sen eğitimli bir çocuksun.»

Abdullah ibn Mesud şöyle dedi: «Ben onun ağzından Kur’an’ın 70 suresini aldım ve onlar hakkında kimse benimle tartışamaz.»

Bu, çağrın’ın gizli dönemiydi. Ve böyleydi çünkü müşrikler hiç kimsenin kendi ilahlarına karşı bir söz söylemesine izin vermiyorlardı. Bunu yapan herkes kendisini kesin ölüme mahkum etmiş oluyordu. Kimsenin kendilerine yeni bir din getirmesini istemediler ve bu nedenle İslam’a davet ilk başta gizlendi.

İnce bir hususa dikkat edin. Bugün şunu söyleyen gruplar ve partiler var: «Görüyorsunuz! Peygamber’in (s.a.v) çağrısı da ilk başta gizliydi.» Ve bundan yola çıkarak gizli bir çağrı yaptıklarını zannederek bazı grup veya hücrelerde bir araya gelerek kendi aralarında bazı konuları tartışmaya devam ediyorlar.

Ancak gerçekte bu konuda Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in yolunda değiller. Öncelikle bu çağrının temeli açık olmasıdır, çünkü saklayacak hiçbir şeyimiz yoktur ve biz sadece Yüce Allah’a ibadet etmeye ve tüm sahte tanrılardan vazgeçilmeye çağırıyoruz. Yüce Allah’a teslim olmak, şirk ve itaatsizliğe karşı uyarmak, cennet için çabalamak – bu bizim çağrımızdır. Bu çağrının temeli açıklıktır ve gizlilik, Peygamber Efendimiz ﷺ’in durumunda olduğu gibi, ancak Müslümanlar buna mecbur kaldığında olmalıdır.

Veya komünist rejimlerin faaliyet gösterdiği, İslam’ı ilan etmenin veya açıkça halka çağrıda bulunmanın, kişinin kendisini korkunç bir zulme, hapse veya ölüme mahkum etmesi anlamına geldiği ülkelerde olduğu gibi. Bu tür toplumlarda insanlar, bireysel olarak, ağızdan ağıza, sevdiklerine gerçekleri aktarmaya ve onlara seslenmeye zorlanmaktadır. Ama eğer toplum açıksa, açıkça «La ilahe illallah» diyebildiğiniz, insanlara İslam’ı açıkça öğretebildiğiniz, namaz kılabildiğiniz, namaz için toplanabildiğiniz, dininizi çalışabildiğiniz ve öğretebildiğiniz bir toplumda yaşıyorsanız, o zaman çağrı açık olmalıdır. Üstelik burası, insanların tüm bunları açıkça yapabileceği bir İslam ülkesiyse, o zaman kendi aralarında toplanıp gizlice bir şeyler tartışmaları da yanlış olur. Ve bu ilk ihlaldir.

İkinci ihlalleri ise sözlerindedir. Hz. Peygamber aleyhiselam ve ashabı gizlice toplandıklarında ne hakkında konuşuyorlardı? Hükümeti devirmek hakkında mı? Ya da birine nasıl suikast düzenleneceğini mi? Veya nasıl devrim yapılacağı hakkında mı? HAYIR! «La ilahe illallah ve Muhammed resulallah» diyorlardı, başka bir şeyler tartışmak için bir araya gelenler büyük yanılgı içinde olurlar.

Ve burada bir önemli sonuca daha dikkat çekmek gerekiyor. Yüce Allah’ın peygamberimize verdiği şu emirden bahsediyoruz:

قُمْ فَأَنذِرْ

«Kalk ve uyar!»

Kur’an-ı Kerim, Müddessir, 74:2.

Bu çağrı öncelikle Peygamber Efendimiz (ﷺ)’e yöneliktir, ama aynı zamanda hepimizi de ilgilendiriyor. Bu dine ve bu dine yapılan çağrıya kayıtsız kalamazsınız.

Kayıtsız kalamayız, çünkü hepimiz Yüce Allah’a çağıran olmalıyız – herkes, elinden gelenin en iyisini yapmalıdır. Yere çömelmeye, bu dünya hayatına tutunmaya gerek yok; Rabbiniz olan Cenab-ı Hakk’a çağırın, araştırıp insanları tevhid inancına cağırın.

Bakın Müslüman ümmetinin başına neler geliyor! Sonuçta günümüzde hem namaz kılan hem de hacca giden, aynı zamanda ölülere ve evliyalara ibadet eden o kadar çok insan var ki. Kaç kişi her türden tılsım ve muska takıyor?! Müslüman olduğunu söyleyip aynı zamanda falcılara giden veya onlara inanan, onlardan korkan nekadar çok kişi var?! Farklı falcılara, kahinlere ve cincilere giden veya kendisi falcılık yapan nekadar çok kişi var! Vesaire vesaire…

Ne kadar sapık insan var ey Allah’ın kulları! Ve buna karşı uyarılmaları lazım, onlara tevhidin anlatılması lazım.

Bu nedenle herkesin öncelikle tevhidin temellerini insanlara anlatması gerekmektedir. O halde ey Allah’ın kulları, Yüce Allah’ın buyurduğu gibi bu yolda sabırlı olmalısınız:

وَلِرَبِّكَ فَٱصۡبِرۡ

«Rabbinin rızâsına ermek için sabret.»

Kur’an-ı Kerim, Müddessir, 74:7.

İkincisi, davetin Cenab-ı Hakk için olması, yani O’na çağıranın bunda samimi olması gerekir. Allah’a, mürid edinmek, şeyh olmak, insanlardan maddi menfaat elde etmek için değil, Allah rızası için çağırmalıdır. Sonuçta bugün kaç kişi maddi menfaat uğruna, dünya nimetlerini elde etmek için imana çağrı yapıyor? Yüce Allah bizi bu durumdan korusun!

Üçüncüsü, çağrı sadece tevhitle ve insanları şirke karşı uyarmakla başlamalıdır.

Ve dördüncüsü çok önemli. Yüce Allah diyor ki:

وَثِیَابَكَ فَطَهِّرۡ

«Elbiseni tertemiz tut.»

Kur’an-ı Kerim, Müddessir, 74:4.

Yani içini ve dışını temizle.

وَلَا تَمْنُن تَسْتَكْثِرُ

«Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma.»

Kur’an-ı Kerim, Müddessir, 74:6.

Bunlar neye işaret ediyor?

Yüce Allah’a çağıranın insanlara örnek olması gerekir. Gerçek Müslüman edep ve ahlakının modeli olmalıdır. Yüce Allah’a çağıran, insanlara bir şey söyleyip sonra farklı davranan kişi değildir. İnsanları Allah’a itaate çağırır ve bu sırada gözleri, kulakları ve ağzıyla kendisi günah işler, malını izin verilen şekilde kazanmaz, faizcilik ve benzeri şeyler yapar. Tam tersine, davet edenin insanlara örnek olması ve insanları yapmaya çağırdığını ilk yapan olması gerekir.