PEYGAMBERLİKTEN ÖNCE MEYDANA GELEN OLAYLAR

Share

Bu bölümde Cenab-ı Hakk’ın izniyle Muhammed aleyhisselamın peygamberliği başlamadan, yani peygamber olmadan önce meydana gelen üç önemli olayı anlatacağız.

Ve ilk olay, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in katıldığı «onur birliği» (hilf al-fudul) adı verilen bir olaydır. Bu, Arapların şimdiye kadar birbirleriyle yaptıkları en şerefli ve asil ittifaktı.

Bir gün Kureyş halkı, Abdullah bnu Cudan adında bir adamın evinde toplandılar ve bu evde Mekke’de ikamet eden veya şehri ziyaret edenlerden herhagi bir kimse haksız bir zulme maruz kalır veya ezilirse, o kişiyi korumak için ayağa kalkacaklarına dair bir anlaşma yaptılar. Bu sözleşmenin imzalanmasının ve bu birliğin ortaya çıkmasının nedeni bilinen bir olaydır.

Bir gün Yemen’den Zübeyt kabilesinden bir adam mallarini satmak üzere Mekke’ye geldi. El-As bnu Ve’il adında bir Mekkeli bu Yemenliden mal satın aldı, ancak malları parasını vermeyi reddetti. Yemenli adamın kafası karışmıştı. Destek anlaşması yaptığı tanıdıklarından yardım istedi ama onlar da El-As’la çatışmak istemedikleri için ona yardım etmeyi reddettiler, hatta bu Yemenliyi yanlarından kovdular. Sonra bu adam çaresizlik güneş doğarken Mekke’deki Kubeis Dağı’na çıktı; o sırada Kureyşliler Kabe’deydiler. Ve yüksek sesle içinde bulunduğu durumu anlatan, kendisine yapılan haksızlıkları anlatan şiirler okumaya başladı. Daha sonra Kureyş aileleri, yani Hz. Peygamber (ﷺ)’in ailesi, Beni Haşim ve Zühra banu Teim bnu Murra ailesi, Abdullah bnu Cudan’ın evinde toplandılar ve Allah’ın adıyla mazlumları, haksız ezilenleri savunmak, zalimlerden ihlal ettikleri, ayaklar altına aldıkları haklara uymalarını talep etmek için hep birlikte tek vücut olacakları bir ittifaka girdiler.

Kureyş’in geri kalanı da bu ittifakı duyunca, bunu gerçekleştirenler hakkında şu sözleri söylediler: «Onlar çok onurlu bir işe başladılar.» Bu birliğe bu nedenle «onur birliği» adı verildi. Ve bu ittifak tamamlandıktan sonra Kureyşliler öncelikle el-As bnu Wa’il’in evine giderek ondan malları aldılar ve Yemenli adama iade ettiler.

Onur birliği Abdullah bin Cudan’ın evinde sağlandı. Bu adam, cömertliğiyle meşhur olduğu, ihtiyaç sahiplerine yardım ettiği ve aile bağlarını koruduğu için Araplar arasında çok saygı görüyordu.

Bu konuyu niye açtık?

Bu konu hepimize önemli bir derstir. Bu adam pek çok iyilik yaptı ve bununla meşhur oldu, fakat bunun sonsuz hayatta kendisine bir faydası olmadı.

Neden mi?

Çünkü o, sonsuz hayata inanmıyordu ve bu konuda endişe duymuyordu. Cenneti ya da cehennemi düşünmüyordu. Mü’minlerin annesi, Peygamber (s.a.v)’ın eşi, Aişe anlatırdı:

عَنْ عَائِشَةَ رضي الله عنها قَالَتْ ، قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّهِ! ابْنُ جُدْعَانَ كَانَ فِي الْجَاهِلِيَّةِ يَصِلُ الرَّحِمَ ، وَيُطْعِمُ الْمِسْكِينَ ، فَهَلْ ذَاكَ نَافِعُهُ؟ قالَ: «لاَ يَنْفَعُهُ. إِنَّهُ لَمْ يَقُلْ يَوْماً: رَبِّ اغْفِرْ لِي خَطِيئَتِي يَوْمَ الدِّينِ».

«Resûlullah’a sordum: «Cahiliye döneminde İbn Cüdan aile bağlarını sürdürür, fakirleri doyururdu. Bu ona yardımcı olacak mı? Ve Peygamber (s. a. v) şöyle dedi: «Bu ona hiçbir fayda getirmeyecek, çünkü o hayatında hiç: «Allah’ım, kıyamet gününde günahımı bağışla» demedi.»

Bu aslında iyi görünen insanlar için çok önemli bir uyarıdır. Bilirsiniz böyle insanlar var. Aslında iyi bir insandır ve başkalarına iyilik yapar ama bunu Yüce Allah rızası için yapmaz, sonsuz yaşam için çabalamaz ve dolayısıyla yaptığı tüm iyilikler boşa çıkar.

Bu harika anlaşmanın sonunda Muhammed (s.a.v) oradaydı ve sonuçlanmasına katıldı. Kendisi (s.a.v) bunu yıllar sonra övgüyle anlatır:

عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَوْفٍ ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ : « شَهِدْتُ حِلْفَ الْمُطَيَّبِينَ مَعَ عُمُومَتِي، وَأَنَا غُلَامٌ، فَمَا أُحِبُّ أَنَّ لِي حُمْرَ النَّعَمِ ، وَأَنِّي أَنْكُثُهُ «

«Ben, amcalarımla birlikte, bu ittifakın yapıldığı sırada Abdullah’ın bnu Judan’ın evinde bulundum ve katıldım; bu ittifakın karşılığında bana kırmızı develerin bile verilmesini istemiyorum ve eğer İslam’da bu ittifakın sonucuna çağrılsaydım, bu çağrıya cevap verirdim!»

Ve kırmızı develer Arapların en değerli mülkü olarak kabul ediliyordu. Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.v) bu ittifaka katılma karşılığında kırmızı deve bile istemedi.

Başka bir hadiste Peygamber Efendimiz (sallalahuu aleyhi ve sellem) şöyle diyor: «Bu ittifak dışında Kureyş’in sahip olduğu hiçbir ittifakın sonucuna katılmadım. Ve kırmızı develer için bile bu anlaşmayı bozmam!» Ve buna «İyileştiriciler Birliği» adını verdi.

Ey büyuk Allahım! Gerçekten cahiliye dönemi insanları için hayret verici bir şey. Bir düşünün, bunlar günahlara ve iğrençliklere batmış, kızlarını diri diri gömen cahil insanlardı. Ancak onlar bile zulme boyun eğemediler ve haksızlığa karşı çıktılar. Bugün, o zamanları Orta çağın başları diye küçümseyen ve zamanımıza «ilerleme çağı, medeniyetin zirvesi ve aydınlanmanın tepesi» diyen insanlar korkunç zulümler yaratıyorlar ve neredeyse hiç kimse haksız yere zulm görenleri savunmaya kalkmıyor, hiç kimse zalimleri ve kötülükleri durdurmaya çalışmıyor.

Ey bugün kendisine karşı nice büyük haksızlıkların, suçların ve zulümlerin işlendiği Muhammed Ümmeti! Böyle aşağılayıcı bir durumdan nasıl kurtulunur?

Şunu anlayın artık, ey Muhammed Ümmeti, siz imanınıza ve gerçek tevhidinize dönmedikçe bu işin sonu gelmez. Ta ki, Resûlullah’ın (ﷺ) yoluna ve O’nun sünnetine dönünceye kadar.

Eğer siz de ey ümmet, yine bu nurlu sahabe yoluna girerseniz, Cenab-ı Hakk’a tövbe ile gelirseniz, o zaman bu dünyayı kötülükten kurtarabilir ve bu dünyayı bu dünyada ve ahirette ışığa ve mutluluğa götürebilirsiniz.

Fakat bugün, Müslüman toplulukların çoğu, azı dışında, dinlerinden bu kadar uzak durduklarında, Peygamber’in yolundan bu kadar uzak olduklarında, ne oluruyor görüyorsunuz.

Ey İslam ümmeti! Dininize dönün, zaten her şeyi açıkça açıklayan Peygamberimiz olan Allah’ın Elçisi’nin sözleri size yetmiyor mu? Resulullah, şöyle buyurur:

أَنَّ نَافِعًا حَدَّثَهُ عَنِ ابْنِ عُمَرَ ، قَالَ : سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ : « إِذَا تَبَايَعْتُمْ بِالْعِينَةِ ، وَأَخَذْتُمْ أَذْنَابَ الْبَقَرِ، وَرَضِيتُمْ بِالزَّرْعِ، وَتَرَكْتُمُ الْجِهَادَ ؛ سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ ذُلًّا لَا يَنْزِعُهُ حَتَّى تَرْجِعُوا إِلَى دِينِكُمْ «

«Eğer yasaklanmış tefecilik ticaretine başlarsanız, ineklerin kuyruklarını kavrayın, çiftçiliğe kapılır ve Allah yolunda gayretinizi bırakırsanız, Allah size zillet verir ve siz dininize dönünceye kadar onu sizden kaldırmaz.»

Yani sonsuz hayatı unutur ve tüm düşünce ve çabalarınız sadece dünya hayatı uğruna, menfaat uğruna olursa. Oysa yardım ancak Yüce Allah’tan gelir ey ümmet!

Bu ilk olaydı, ikinci olay ise Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in Hatice bint Huveylid (Allah ondan razı olsun) ile evlenmesiydi. Hatice bint Huveylid müminlerin annesidir.

Önceki bölümde Peygamber Efendimiz’in (s.a.v), dedesi Abdülmuttalib’in ölümünden sonra amcası Ebu Talib’in evinde büyüdüğünden bahsetmiştik. Ebu Talib fakir bir adamdı ve Peygamber Efendimiz Aleyhisselam’a, maddi olarak sürekli yardım edemiyordu ve bu nedenle Peygamber Aleyhisselam çocukluğundan beri çalışmak ve hayatını Ebu Talib’e yardım ederek kazanmak zorundaydı. Peygamber Efendimiz (s.a.v) koyun güdüyordu ve bizzat şöyle buyurmuştur:

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : « مَا بَعَثَ اللَّهُ نَبِيًّا إِلَّا رَعَى الْغَنَمَ «. فَقَالَ أَصْحَابُهُ : وَأَنْتَ ؟ فَقَالَ : « نَعَمْ، كُنْتُ أَرْعَاهَا عَلَى قَرَارِيطَ لِأَهْلِ مَكَّةَ

«Allah koyun gütmeyen tek bir peygamber göndermemiştir.» İnsanlar sordular: «Ya sen de mi ey Allah’ın Resulü?» Ve şöyle cevap verdi: «Bende. Bahşiş karşılığında Mekkeliler için koyun güttüm».

Ve bundan sonra Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ticaretle uğraşmaya başladı.

Peygamber Efendimiz Aleyhisselam ticarete nasıl başladı?

Hatice bint Huveylid asil bir kadındı, zeki, asil, zengin ve ticaretle uğraşıyordu. Tüccarları işe aldı ve kendisi adına iş yapmaları için onlara parasını verdi ve bunun için de gelirinin bir kısmını ödeme olarak onlara verdi. Kureyşliler ticaret yapan bir halktı, ticareti seviyorlardı ve bu işi biliyorlardı.

Böylece Hatice bint Huveylid’e, Muhammed aleyhisselam hakkında, onun ne kadar dürüst ve nezih bir insan olduğu, konuşmalarında ne kadar doğru sözlü olduğu, asla aldatmadığı, ne kadar asil bir ahlaka sahip olduğu haberi ulaştı. Peygamber’e (ﷺ) bir adam gönderdi ve O’na ticari konularda kendisi için Şam’a gitmeye, parasını ve malını almayı teklif etti. Ve bunun için, daha önce hiç kimseye vermediği gelirin bir kısmını ona vereceğine söz verdi. Peygamber (ﷺ) bu teklifi duydu, kabul etti ve malını alarak bir ticaret kervanıyla Şaam’a doğru yola çıktı. Hatice’nin Meisara isimli kölesi de onunla birlikte gitti.

Bu ticaret yolculuğunu başarıyla tamamlayan Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke’ye döndü. Hatice, malında daha önce olmayan büyük bir kar ve bereket gördü. Ayrıca bu adamın ticaret yolculuğunda nasıl davrandığı, ne kadar asil, ne kadar güzel bir ahlaka sahip olduğu, ne kadar dürüst olduğu anlatıldıktan sonra kendi kendine şöyle dedi: «İşte aradığım bu!» Gerçek şu ki Hatice dul bir kadındı ve önceki evliliklerinden çocukları vardı. Düşüncelerini arkadaşıyla paylaştı. Ve bu arkadaş Haticeyle evlenmek isteyip istemediğini sormak için Muhammede (s.a.v)’e gitti. Peygamber Efendimiz aleyhisselam bu teklifi kabul etti ve bunu amcalarına anlattı. Hamza ve Ebu Talib’in de aralarında bulunduğu amcaları, babası öldüğü için Hatice’nin amcasının yanına giderek onu Peygamber (ﷺ) ile evlendirdiler. Bir süre sonra evlilik yapıldı ve o sırada Peygamber Efendimiz aleyhisselam yirmi beş yaşındaydı. Hatice’nin yaşına gelince, bu konuda farklı rivayetler var ama çoğu kaynak onun o sırada kırk yaşında olduğunu belirtiyor. O zamanlar Mekke kadınlarının en iyisiydi; en basiretlisi, en bilgesi, en saygını ve en zenginiydi. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) evlendiği ilk kadındı ve onunla evliyken başka kimseyle evlenmedi ve İbrahim dışında tüm çocukları ondan doğdu. İbrahim daha sonra Meryem’den doğmuştur.

Müminlerin annesi ve annemiz olan Hatice bin Huveylid adlı bu kadını biraz tanıyalım. Hadisler onun faziletlerine ve her şeyden önce bu kadının dünya kadınları arasındaki yerine işaret etmektedir. Peygamber (s.a.v) kulu Enes’e şöyle demiştir:

عَنْ أَنَسٍ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ : « حَسْبُكَ مِنْ نِسَاءِ الْعَالَمِينَ مَرْيَمُ بْنَةُ عِمْرَانَ، وَخَدِيجَةُ بِنْتُ خُوَيْلِدٍ، وَفَاطِمَةُ بِنْتُ مُحَمَّدٍ، وَآسِيَةُ امْرَأَةُ فِرْعَوْنَ «.

«Kusursuz kadın olan kadınları tanıman yeterli…»

Yani takip edebileceğin, sana örnek olabilecek, sonsuz yaşam mücadelesi ve Allah’a teslimiyetle meşhur olanlar.

Sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v) onları isimleriyle sıraladı: «Bu, İmran’ın kızı Meryem. Bu Huveylid’in kızı Hatice’dir. Bu, Muhammed’in kızı Fatıma’dır ve bu da Firavun’un karısı Asiye’dir.»

Ve Peygamber (s.a.v) şöyle dedi: «Dünyadaki kadınların en iyisi Meryem bint İmran’dır ve dünyadaki kadınların en iyisi Hatice’dir.»

Yani her biri kendi zamanında. Onun devrinin en iyisi Meryem, kendi devrinde ise Hatice idi.

Hatice’nin Peygamber Efendimiz’in (s.a.v)’ın kalbindeki yerini zikredelim. Bildiğiniz gibi Aişe (Allah ondan razı olsun), Peygamber Efendimiz’in ﷺ’ın en sevdiği eşiydi. En sevdiği eşinin Aişe olduğunu söyleyen peygamber aleyhiselam Aişe’nin diğer kadınlara olan üstünlüğünün, en iyi Arap yemeği olan sarir’in diğer yiyeceklere olan üstünlüğüne benzediğine dikkat çekti. Aişe, kimseye karşı Peygamber Efendimiz’i (s.a.v) Hatice’ye karşı kıskandığı kadar kıskanmadığını söylemiştir ki Hatice ile hiç karşılaşmamış olmasına rağmen. Peygamber Efendimiz (ﷺ) bir koçu keserken her zaman şöyle derdi: «Etten bir kısmını Hatice’nin arkadaşlarına gönderin.»

Hatice’nin vefatından sonra ona olan saygısını arkadaşlarına karşı özen göstererk ifade etmesine dikkat edin. Aleyhisellam onlara et gönderiyor.

Aişe (Allah ondan razı olsun) şöyle dedi:

«Hatta: «Hatice!Hatice!» diyerek O’nu kızdırdım»,

Peygamber Efendimiz aleyhisellam ona cevap verdi:

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ : مَا غِرْتُ عَلَى نِسَاءِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَّا عَلَى خَدِيجَةَ، وَإِنِّي لَمْ أُدْرِكْهَا، قَالَتْ : وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا ذَبَحَ الشَّاةَ، فَيَقُولُ : « أَرْسِلُوا بِهَا إِلَى أَصْدِقَاءِ خَدِيجَةَ «. قَالَتْ : فَأَغْضَبْتُهُ يَوْمًا، فَقُلْتُ : خَدِيجَةَ ؟ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : « إِنِّي قَدْ رُزِقْتُ حُبَّهَا «.

«Ona karşı sevgi duyuyordum».

Yani bunu Hatice’nin kıymeti olarak, Allah’ın kendisine Hatice sevgisini bahşettiğini söylüyor.

Aişe (Allah ondan razı olsun) başka bir hadiste​​ şöyle diyor:

«Peygamberin eşlerinden hiçbirini onu hiç görmemiş olmama rağmen Hatice’yi kıskandığım kadar kıskanmadım, çünkü onu çok sık aklına getiriyordu. Ve Peygamber (s.a.v), Hatice vefat edene kadar, onun ölümüne kadar kimseyle evlenmedi.»

Ve başka bir olayı anlattı:

عَنْ عَائِشَةَ قَالَتِ : اسْتَأْذَنَتْ هَالَةُ بِنْتُخُوَيْلِدٍ أُخْتُ خَدِيجَةَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، فَعَرَفَ اسْتِئْذَانَ خَدِيجَةَ، فَارْتَاحَ لِذَلِكَ، فَقَالَ : « اللَّهُمَّ هَالَةُ بِنْتُ خُوَيْلِدٍ «. فَغِرْتُ، فَقُلْتُ : وَمَا تَذْكُرُ مِنْ عَجُوزٍ مِنْ عَجَائِزِ قُرَيْشٍ، حَمْرَاءِ الشِّدْقَيْنِ ، هَلَكَتْ فِي الدَّهْرِ، فَأَبْدَلَكَ اللَّهُ خَيْرًا مِنْهَا.

«Bir gün Haala Bint Huveylid isimli bir kadın içeri girmek için izin istedi.».

Bu kadın kim? Bu Hatice’nin kız kardeşidir, Allah ondan razı olsun.

Ve Aişe diyor ki: «Haticeyi hatırladı ve çok sevindi».

Hatice’yi, onun sesine benzeyen sesi ve içeri girmek için izin isteme şekliyle hatırladı.

Aişe şöyle diyor: «Kıskandım ve şöyle dedim: «Allah sana dah iyisini bahşetmiş olmasına rağmen kureyş’in yaşlı kadınlarından, ağzının kenarları kızarmış (yani zaten yaşlıydı ve dişleri yoktu) ve çoktan ölmüş olan bu yaşlı kadınımı hatırlıyorsun?»

Bütün bunlar Hatice’nin onurunu ve Peygamberimizin (s.a.v) kalbinde işgal ettiği yeri gösterir.

Ve Hatice’nin cennette, ebedi hayatta nasıl bir yere sahip olduğunu ibn Abbas’tan öğreniyoruz. Diyor:

«Bir gün Peygamber Efendimiz (s.a.v) yere dört çizgi çizdi. «Bu çizgilerin ne olduğunu biliyor musun?» dedi. İnsanlar: «Allah ve Resulü daha iyi bilir!» dediler. Şöyle buyurmuştur: «Cennette ehli olan kadınların en hayırlıları Hatice bint Huveylid, Fatıma bin Muhammed, Asiye bint Müzehham (Firavun’un hanımı) ve Meryem ibnatu İmran’dır.»

Onun faziletlerinden bir diğeri de, Cebrail aleyhisselam’ın kendisine Rabbi Cenab-ı Hakk’tan selam iletmesi ve Cennet bahçelerinde bir saray sahibi olacağı haberini müjdelemesidir.

Ebu Hureyre şöyle dedi: «Cebrail, Peygamber Efendimiz’e göründü, ve ona şöyle dedi: «Ey Allah’ın Resulü! Hatice sana geliyor ve içinde baharatlı ekmek (ya da yiyecek ve içecek) bulunan bir kap taşıyor.»

Yani Hatice, Peygamber Efendimiz (ﷺ) ile bu şekilde ilgileniyordu.

«Geldiğinde ona Rabbinden selam söyle, benim de selamımı ilet ve onu cennette içi boş incilerden yapılmış bir köşke sahip olacağı ve bu sarayda gürültü ve yorgunluk olmayacağını söyleyerek sevindir.»

Yani zorluk yok, sadece zevk ve huzur var.

Ve son olarak Hatice, Peygamberimiz (ﷺ) peygamber olduğunda ve Cenab-ı Hakk’tan vahiyler onun üzerine inmeye başladığında onu destekleyen ilk kadındır. Kendisine Kur’an’ın ilk ayetlerini veren melek Cebrail’i (a.s) Hira mağarasında gördüğünde, bu onun için büyük bir şok oldu ve hayatı alt üst oldu. Bir düşünün ne kadar büyük bir sorumluluktur!

Mağarada başına gelenlerden dolayı çok korkmuştu ve ilk olarak kime koştu?

Zeki ve bilge bir kadın olduğu için evine, Hatice’nin yanına koştu. Ve Cenab-ı Hakk’ın, peygamberi, böyle bir anda kafası karışabilecek genç bir kızla değil, kendinden yaşça büyük, aklı başında bir kadınla evlendirmesi tesadüf değildir. Ve böylece Hatice hemen her şeyi doğru anladı ve şöyle dedi:

كلا والله لا يخزيك الله ابدا

«Hayır, Allah’a yemin ederim ki, Allah seni asla rezil etmez!»

Yani şeytandan olamaz ve Cenâb-ı Hak seni rezil etmez, çünkü sen aile bağlarını sürdürüyorsun, yoksullara yardım etmenin yükünü taşıyorsun, fakirlere mal bağışlıyorsun, misafirperverlik gösteriyorsun ve talihsizliklerle karşı karşıya kalan insanlara yardım ediyorsun. Peygambere inanan, onu destekleyen ilk kişi oydu. Bir şey olduğunda ya da birisi ona incitici bir şey söylediğinde ya da saldırdığında onu teselli ediyordu. Ona hem gönlü hem de malıyla destek olan Haticeydi.

Ve daha önce de belirttiğimiz gibi, İbrahim dışında Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) tüm çocukları Hatice’dendi. İlk oğlu Kasım, henüz gençken öldü, ancak Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) künyesi (evlatlığı) kaldı ve ona Ebu’l-Kasım adı verildi. Hatice, Kasım’dan sonra dört kız çocuğu dünyaya getirdi. Önce Zeyneb doğdu, sonra Rukiye, sonra Ümmü Gülsüm, sonra da Fatıma (Allah onlardan razı olsun) doğdu. Peygamber olduktan sonra, Abdullah doğdu. Abdullah’a «tayyib» (iyi) veya «tahir» (temiz) de denir.

Neden? Çünkü o, peygamberlik zamanında, yani İslam’da doğmuştur. Dolayısıyla Abdullah ve Tahir farklı çocuklar değil! Bu, Abdullah’a hitap etmek için kullanılan başka bir isimdir (Tahir). Oğlanlar (el-Kasım ve Abdullah) çocuklukta öldüler. El Kasım yürümeye başladığında ve bazılarının dediği gibi deveye tırmanabildiği sırada öldü. Abdullah çok erken yaşta vefat etti. Kızları ise büyüyüp Müslüman olacak kadar yaşadılar. Müslüman oldular ve evlendiler. Ancak son kızı Fatıma dışında hepsi Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in sağlığında vefat etti. Fatima babasından yalnızca altı ay daha uzun yaşadı.

Önce Kasım’ın, sonra da Abdullah’ın ölmesi, Peygamber Efendimiz aleyhisselam’ın düşmanlarına etme fırsatı verdi. Ve el-As şöyle dedi: «O bir ebterdır (soyu kesilmiştir)!» «Ebter» «kesilmiş» anlamına gelir. Yani erkek çocuğu olmadığı için soyu kaybolacaktır. Ancak Yüce Allah şu ayeti indirdi:

إِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْأَبْتَرُ

«Asıl soyu gelmeyecek olan, sana karşı nefret duyandır.»

Kur’an-I Kerim, Kevser, 108:3.

O, kesilmiştir ve onun bir zaferi olmayacak ve onun anısı da kendisi gibi yok olup gidecektir. Ama Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) izzeti yüzyıllarca kalmıştır ve o, Muhammed ve Mahmud’dur, yani bu dünyada ve ebedî dünyada övülendir.

Peygamberimizin (s.a.v) çocukları neden erken çocukluk döneminde öldüler?

Her şey gibi bu da Yaratıcımızın büyük bilgeliği sayesinde gerçekleşti. İslam alimleri bunun çeşitli sebeplerine işaret etmektedir.

Birinci sebep, bunun daha sonra insanlar için bir ayartmaya dönüşmemesi, yani Cenab-ı Hakk’ın Müslümanları bundan korumuş olmasıdır. Muhammed, Allah onu kutsasın ve ona huzur versin, peygamberlerin ve elçilerin sonuncusudur, ondan sonra başkası olamaz, ancak insanlar ayartmaya yenik düşebilir ve şöyle diyebilir: «Onlar Peygamberin oğulları olduklarına göre demekki onlarda peygamber!» Sonuçta erkek soyunda bile olmayan evlatları tanrılaştıran ve tapınan gruplar var, peki, eğer bu, Peygamber Efendimiz (ﷺ)’in erkek nesli olsaydı?

İkinci sebep ise Cenab-ı Hakk’ın peygamber oğullarını onu kemale erdirmek için vermiş olması ve bu taraftan hiç kimsenin bir şekilde onu kınaması ve onunla alay edememesidir. Aksi halde birisi şöyle diyebilir: «Onun erkek çocuğu hiç olmadı!»

Üçüncü sebep ise, Cenab-ı Hakk’ın, her insanın doğasında olan doğal oğul sahibi olma arzusunu tatmin etmesidir.

Dördüncü neden ise teselli. Bu, çocuğu olmayan veya erkek çocuğu olmayan veya çocukları küçük yaşta ölen tüm Müslümanlar için bir tesellidir, çünkü Peygamber Efendimiz (s.a.v) için de aynısı geçerliydi.

Nihayet beşinci sebep, sabredenler arasında en yüksek dereceleri alması için Yüce Allah tarafından resulüne yapılan bir imtihandır. Çünkü peygamberler en güçlü imtihana tabi tutulurlar, sonra da salih kulların en iyileri.