Tevhid dini olan İslam hızla yayılmaya başladı ve her geçen gün daha fazla insan İslama girdi. Bu da Mekke müşrikleri yani Kureyşliler arasında endişeye yol açtı. Bir şeyler yapılması gerektiğini ve işlerin böyle bırakamayacaklarını anladılar. Bir şekilde insanları bu dinden uzaklaştırmak ve Muhammed (ﷺ)’in kendisini de durdurmak gerekir ki dine olan bu davetinden vazgeçsin. Ve böylece insanlardan ve cinlerden olan şeytanlar, Kureyşlilere, insanları İslam’dan uzaklaştırmak için ne yapmaları ve hangi yöntemleri kullanmaları gerektiği konusunda talimat vermeye başladılar.
Kullandıkları ilk yöntem alay etme, dalageçme ve kibirli küçümseme yöntemiydi. Yani niyetleri onlara bir hiç olduklarını, hiç kimse olduklarını, dinilerinin ise bir hiç olduğunu göstermekti.
Bu yöntem bazı kişilerde gerçekten işe yarıyor. Kureyşliler sandılar ki Müslümanlar, Kureyşlilerin dinlerini nasıl ciddiye almadıklarını, kendilerine nasıl gülüp alay ettiklerini, Kureyşlilerin onları nasıl küçümsediklerini gördüklerinde şaşkınlığa uğrayacaklar ve ahlaki açıdan çökecekler. Sonra da bu yüzden dinlerini terk edecekler. Cenab-ı Hak bu yöntemi şu ayette bildirmektedir:
وَإِذَا رَءَاكَ ٱلَّذِینَ كَفَرُوۤا۟ إِن یَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَـٰذَا ٱلَّذِی یَذۡكُرُ ءَالِهَتَكُمۡ وَهُم بِذِكۡرِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ هُمۡ كَـٰفِرُونَ
«İnkâr edenler seni gördükleri zaman, -Rahmân’ın kitabını inkâr edenlerin ta kendileri olarak- «İlâhlarınızı diline dolayan bu mu?» diye mutlaka seninle alay ederler.»
Kur’an-ı Kerim, Enbiyâ, 21:36.
Ve diğer bir ayette buyurur:
وَإِذَا رَأَوۡكَ إِن یَتَّخِذُونَكَ إِلَّا هُزُوًا أَهَـٰذَا ٱلَّذِی بَعَثَ ٱللَّهُ رَسُولًا
«Onlar ne zaman seni görseler, «Bu mu Allah’ın resul olarak gönderdiği adam!» diyerek mutlaka seninle alay ederler.»
Kur’an-ı Kerim, Furkân, 25:41.
Ve Yüce Allah onlar hakkında şöyle buyurur:
إِنَّ الَّذِينَ أَجْرَمُوا كَانُوا مِنَ الَّذِينَ آمَنُوا يَضْحَكُونَ
وَإِذَا مَرُّوا بِهِمْ يَتَغَامَزُونَ
وَإِذَا انقَلَبُوا إِلَى أَهْلِهِمُ انقَلَبُوا فَكِهِينَ
وَإِذَا رَأَوْهُمْ قَالُوا إِنَّ هَؤُلَاءِ لَضَالُّونَ
«Günahkârlar (dünyada) iman edenlere gülüp dururlardı. Yanlarından geçtiklerinde birbirlerine kaş göz ederlerdi. Sonra kendi çevrelerine dönerken neşe içinde dönerlerdi. Müminleri gördüklerinde, «Bunlar gerçekten yollarını şaşırmış kimseler!» derlerdi.»
Kur’an-ıKerim, Mutaffifîn Suresi, 83:29-32.
Onların bu ilk yöntemleri olan zorbalık, alay ve kibirli tavırlarına Cenab-ı Hak, kitabında şöyle cevap vermiştir:
فَالْيَوْمَ الَّذِينَ آمَنُوا مِنَ الْكُفَّارِ يَضْحَكُونَ
عَلَى الْأَرَائِكِ يَنظُرُونَ
هَلْ ثُوِّبَ الْكُفَّارُ مَا كَانُوا يَفْعَلُونَ
«Ama o gün de müminler kâfirlere gülecekler. Koltuklarına kurulup, «Kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?» diye etrafa bakacaklar.»
Kur’an-ı Kerim, Mutaffifîn, 83:34-36.
Kureyşlilerin uygulamaya başladıkları ikinci yöntem ise insanların kalplerine şüphe tohumları ekmekti. Yani amaçları şüphe tohumları ekerek insanların bu dinden, doğruluğundan şüphe duymasını sağlamaktı.
Bunu nasıl yaptılar? Önce Muhammed’in (ﷺ) şahsiyetini itibarsızlaştırmaya karar verdiler. Onu beş şeyle suçlamaya başladılar. Birincisi – yalancılıkla (kazap dediler). İkincisi – delilikle (mecnun dediler). Üçüncüsü – falcılıkla (kahin dediler). Dördüncüsü – büyücülükle (sahir dediler). Beşincisi ise – şairlikle, şiirler yazıp bunları Kur’an diye dağıtıyor dediler.
Bunlar, Peygamber Efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem’e, onun kişiliğini insanların gözünde itibarsızlaştırmak amacıyla yöneltilen suçlamalardır. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de bu konuda şöyle buyurmaktadır:
وَقَالُوا۟ یَـٰۤأَیُّهَا ٱلَّذِی نُزِّلَ عَلَیۡهِ ٱلذِّكۡرُ إِنَّكَ لَمَجۡنُونٌ
«Dediler ki: «Ey kendisine vahiy gelen adam! Sen kesinlikle cinlere kapılmış birisin!»
Kur’an-ı Kerim, Hicr, 15:6.
Ve Yüce Allah onlara cevap verdi:
وَمَا صَاحِبُكُم بِمَجۡنُونٍ
«Bu kadar beraber yaşadığınız kişi kesinlikle mecnun değildir.»
Kur’an-ı Kerim, Tekvîr, 81:22.
Ve buyurdu:
نۤ وَٱلۡقَلَمِ وَمَا یَسۡطُرُونَ * مَاۤ أَنتَ بِنِعۡمَةِ رَبِّكَ بِمَجۡنُونٍ
«Kaleme ve (yazanların) onunla yazdıklarına andolsun ki sen -rabbinin lutfu sayesinde- asla deli değilsin.»
Kur’an-ı Kerim, Kalem, 68:1-2.
Ve onu büyücü ilan ettikleri için de Cenab-ı Allah şöyle buyuruyor:
وَعَجِبُوۤا۟ أَن جَاۤءَهُم مُّنذِرٌ مِّنۡهُمۡۖ وَقَالَ ٱلۡكَـٰفِرُونَ هَـٰذَا سَـٰحِرٌ كَذَّابٌ
«Şimdi bunlar da kendilerine aralarından bir uyarıcı gelmesine şaşıyorlar ve bu inkârcılar şöyle diyorlar: «Bu adam bir sihirbazdır, tam bir yalancıdır.»
Kur’an-ı Kerim, Sâd, 38:4.
Ve Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in şair olduğunu söylediler:
أَمۡ یَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِۦ رَیۡبَ ٱلۡمَنُونِ
«Demek onlar, «O bir şairdir; zamanın sillesini yiyeceği günü bekliyoruz» diyorlar öyle mi?»
Kue’an-ı Kerim, Tûr, 52:30.
Ve Cenab-ı Hak bu sözlerin hepsini yalanladı ve şöyle buyurdu:
فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ
وَمَا لَا تُبْصِرُونَ
إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ
وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلًا مَّا تُؤْمِنُونَ
وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلًا مَّا تَذَكَّرُونَ
«Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, Kur’an elbette değerli bir elçinin sözüdür. O bir şair sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! O bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!»
Kur’an-ı Kerim, Hâkka, 69:38-42.
Daha önce Ebu Zer’in Mekke’ye gelmeden önce kardeşinin orayı ziyaret ettiğinden bahsetmiştik. Kardeşi Üneis oradan döndüğünde Ebu Zer ona: «Mekke’de ne oldu?» diye sordu. Ve diyor ki: «Allah’ın elçisi olduğunu söyleyen bir adam ortaya çıktı.» – «Peki ya insanlar?» «İnsanlar ise onu kahin, şair ve büyücü olmakla suçluyorlar.» – «Eee?» «Kahinlerle konuştum ve bunun onların sözleriyle hiçbir ilgisi olmadığını biliyorum.» Üstelik Üneis aynı zamanda en iyi şairlerden biriydi ve bu nedenle şunu da söyledi: «Ve onun sözlerini var olan tüm şiirsel boyutlara göre denedim. Bunlar kesinlikle şiir değil ve bundan sonra kimsenin bu şiirdir deme hakkı yoktur.»
İşte, Peygamber Efendimiz (ﷺ) hakkında Kureyşliler tarafından yayılan söylentiler böyleydi. Her yerden Mekke’ye gelen müşrikler, «Bu bir deli!», «Bu bir büyücü!» veya «Bu bir şair!» demeye ve ona karşı uyarıda bulunmaya başladılar. Ancak aslında bunu yaparak, insanların Peygamber Efendimiz (ﷺ) hakkında bilgi sahibi olmasına istemeden de olsa katkıda bulunmuş oldular. Ve onlar böyle yapınca insanların çoğu aksine İslam’a geçti.
Aşağıdaki hikaye İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir. Şöyle diyor: «Ezduşenue kabilesinden Dimad adında bir kahin Mekke’ye gelmiş, bu adam büyü yapmakla meşgulmüş. Ve Mekke’deki akılsızların, Hz. Muhammed aleyhisselam hakkında delirmiş (mecnun) ve cinlere mağlup olduğu söylentilerini duyunca şöyle demiş: «Keşke bu adamla tanışabilseydim, onu okup üflerdim. Belki Yüce Allah benim aracılığımla ona şifa verir.» Ve sonra adam Hz. Muhammed’le buluştu ve ona şöyle dedi: «Ey, Muhammed! Hastalıklara karşı okuyorum. Belki Yüce Allah benim aracılığımla sana şifa verir. Sana okumamı ister misin?» Hz. Peygamber (s.a.v) ona şöyle cevap verdi:
إنَّ الْحَمْدَ لِلهِ نَحْمَدُهُ وَنَسْتَعِينُهُ وَنَسْتَغْفِرُهُ، وَنَعُوذُ بِاللهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِنَا وَمِنْ سَيِّئَاتِ أَعْمَالِنَا، مَنْ يَهْدِهِ اللهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ، وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هَادِىَ لَهُ، وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
«Hamd Allah’adır. Biz O’na hamdeder ve O’ndan yardım isteriz. Allah’ın doğru yola eriştirdiğini, saptıracak yoktur. Saptırdığını da doğru yola eriştirecek yoktur. Ben, tek ve ortaksız olan Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammnıed’in de O’nun kulu ve elçisi olduğuna şe-hadet ederim».
Dimad bu sözleri duyunca tekrarlamasını istedi. Hz. Peygamber (sallalahu aleyhi ve sellem) bunu bir kez daha tekrarladı. Ve Vimad yine tekrarlamasını istedi. Ve Peygamber (sallalahu aleyhi ve sellem) bir kez daha tekrarladı. Bunun çzerine Dimad: «Ben kahinlerin, sihirbazların ve şairlerin sözlerini dinledim. Ama, senin şu sözlerin gibisini duymadım. Bunlar, denizin dibine kadar varmıştır. Ver elini, sana, müslüman olmak üzere beyat edeyim», dedi ve Rasulullah’a beyat etti. Rasulullah (ﷺ): «Bu beyat kavmin adına da mı? dedi. Dımad: «Kavmim adına da, dedi.»
İşte böyle! Bu adamı dinden uzaklaştırmak isterken kendileri İslam’ı kabul ettmiş oldular. Yani insanları iftıralarla uzaklaştırmak istediler ama tam tersine bir grup insan İslam’a girdi.
Bu ve önceki bölümde bahsettiğimiz konulardan çıkarmamaız gereken faydalı dersler var. Ve ilk ders şu ki, bu din ve ona yapılan çağrı, başlangıçta gizli bir çağrı aşaması olmasına rağmen, temelde açık bir dindir. Bu dinde saklanacak hiçbir şey yoktur ve biz her şeyi açıkça dile getiriyoruz! Yüce Allah buyuruyor:
وَأَنذِرۡ عَشِیرَتَكَ ٱلۡأَقۡرَبِینَ
«Yakın akrabanı da uyar.»
Kur’an-ı Kerim, Şuarâ, 26:214.
فَٱصۡدَعۡ بِمَا تُؤۡمَرُ وَأَعۡرِضۡ عَنِ ٱلۡمُشۡرِكِینَ
«Sen, sana buyurulanı açıkça duyur, müşriklere aldırış etme!»
Kur’an-ı kerim, Hicr, 15:94.
Dolayısıyla bu dinin sözü, yüce ve açık bir sözdür. Bu din tümüyle ortaya çıkmıştır. İlkeleri hem yakın hem de uzak insanlar tarafından bilinmektedir. Herkes bunu duyuyor ve bu nedenle bu konuda saklayacak hiçbir şeyimiz yok.
Salih atalarımız, bazı kişilerin gizli işler yaptığını, örneğin karanlıkta veya duvarların arkasında toplanıp gizlice bir şeyler fısıldaştıklarını görseler, o zaman bu kişileri kınamaya başlarlardı. Çünkü dinimizde sadece elitlere mahsus, sıradan insanlara anlatılmayacak gizli bir bilgi yoktur. Bu din açık bir dindir!
Elbette eğer koşullar, örneğin komünist rejimlerde, insanların sadece «Rabbimiz Yüce Allah’tır» dedikleri için öldürülebilecekleri bir durumdaysa, o zaman çağrıyı gizlice yapmak ve herkese bir şeyleri ağızdan ağıza iletmek zorundayız. Ancak böyle bir koşul yoksa çağrı açıkça yapılır.
İbni Azis (Allah Ondan razı olsun) şöyle buyurmuştur: «İnsanların ayrı ayrı oturup Müslümanlara haber vermeden gizlice bir şey hakkında fısıldaştıklarını görürsen, bil ki onlar bir tür vesvese, bir tür hareket kurmak istiyorlar.» Yani bu, çeşitli sapık grup ve partilerin alametidir. Ancak bu din açık, net ve anlaşılır bir dindir.
Cenab-ı Hak Peygamberimize ne dedi?
قُلۡ هَـٰذِهِۦ سَبِیلِیۤ أَدۡعُوۤا۟ إِلَى ٱللَّهِۚ عَلَىٰ بَصِیرَةٍ أَنَا۠ وَمَنِ ٱتَّبَعَنِیۖ وَسُبۡحَـٰنَ ٱللَّهِ وَمَاۤ أَنَا۠ مِنَ ٱلۡمُشۡرِكِینَ
«De ki: «İşte bu benim yolumdur. Ben, ne yaptığımı bilerek Allah’a çağırıyorum; ben ve bana uyanlar (bunu yapıyoruz). Allah’ı ortaklardan tenzih ederim! Ve ben ortak koşanlardan değilim.»
Kur’an-ı Kerim, Yûsuf, 12:108.
Yüce Allah’a, bizi yaratana çağırıyoruz ki, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, O’ndan başkasına ibadet etmeyelim ve O’nun Resulü aracılığıyla indirdiği Kur’an ve Sünnet’e uyalım. Her şey açık ve anlaşılır ve burada gizli saklı hiçbir şey yok!
Bu bölümden çıkarmamız gereken ikinci ders Yüce Allah’ın sözlerinden doğuyor:
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزۡرَ أُخۡرَىٰۚ
«Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.»
Kur’an-ı Kerim, Fâtır, 35:18.
Bu çok önemli! Bu dersi nereden aldık? Peygamber Efendimiz’in (s .a. v.) teyzesine, amcasına ve hatta kızına söylediği sözlerden: «Sizi Allah’tan hiçbir şekilde kurtaramam.»
Yani iman edip salih amel işlerseniz kurtulursunuz. Ve eğer iman etmezseniz ve doğru yola uymazsanız, o zaman Hz. Peygamber (s. a. v.) ile olan ilişkiniz sizi hiçbir şeyden korumaz ve kurtarmaz. Ve Cenab-ı Hak Kur’an’ın birçok yerinde buna işaret ediyor.
فَإِذَا نُفِخَ فِی ٱلصُّورِ فَلَاۤ أَنسَابَ بَیۡنَهُمۡ یَوۡمَىِٕذٍ وَلَا یَتَسَاۤءَلُونَ
«Sûra üflendiğinde artık ne aralarında akrabalık bağları kalacak ne de birbirlerine soru sorabilecekler!»
Kur’an-ı Kerim, Mü’minûn, 23:101.
Dolayısıyla kıyamet gününde ne yakınların ne de bağlantıların sana yardım edebilecek, sadece imanın ve salih amellerin seni koruyabilir. Ve eğer kişi iman etmiş ve salih ise, o zaman Cenab-ı Hak ona şefaat ettirebilir, yani kendisi gibi mümin ve salih olan akrabalarından birini onun derecesini yükseltmek için kendisinden isteyebilir. Yani aile bağları, o dünyada müminlere ancak mümin oldukları ve salih insanlar oldukları takdirde fayda sağlayacaktır.
Peygamber Efendimiz’in (s. a. v.): «Sizi Allah’tan hiçbir şekilde kurtaramam» sözleri neye işaret ediyor? Onun bir insan olduğu ve hiçbir şeyin ona bağlı olmadığına. Onun bize ne zararı ne de faydası var. Dolayısıyla ona dua eden, ondan bir şey isteyen, Medine’ye gidip kabrinin yanında ona yalvaran, şifa dileyen, çocuk isteyen insanlar ne kadar aptal ve cahildir. Hz. Peygamber aleyhisselam hiçbir şeyin sahibi olmadığına göre bu ne büyük cehalettir?! Sonuçta her şey yalnızca Allah’ın elindedir!
Üçüncü ders ise – yapılan kötülük her zaman sahibini bulur. Kureyşlilerin, insanları Peygamberimiz’den aleyhisselam’dan ve onun dininden onu damgalayarak, onun deli ve büyücü olduğunu söyleyerek nasıl uzaklaştırmak istediğine dikkat edin, ancak tüm oyunları tam tersine insanların onun çağrısına ilgi duymasına neden oldu. Ona gittiler, dinlediler ve sonra İslam’ı kabul ettiler. Ve her zaman böyle oldu ve sonsuza kadar da öyle olacak!!!
Günümüzde de bu dinin düşmanları, bu dini itibarsızlaştırmak, karalamak, zulüm ve tutarsızlıkla suçlamak için ellerinden geleni yapıyor ve bunun için hiçbir çabadan, paradan kaçınmıyorlar. Bütün medya İslam’ı karalamak için çalışıyor.
Peki bu neye yol açıyor? Bu tam tersi bir etkiye yol açıyor; insanlar bu din hakkında daha fazla bilgi ediniyor. Belki birilerinin haberi yoktu ama duyunca ilgilenmeye başladılar ve sonra bu dini kabul ettiler, doğru yolu buldular.
Cenab-ı Hakk’a ve O’nun dinine karşı entrika çeviren, düzen kuranlar hakkında Allah Teala şöyle buyuruyor:
إِنَّهُمۡ یَكِیدُونَ كَیۡدًا * وَأَكِیدُ كَیۡدًا * فَمَهِّلِ ٱلۡكَـٰفِرِینَ أَمۡهِلۡهُمۡ رُوَیۡدَۢا
«Onlar bir tuzak kuruyorlar; Ben de bir karşı plan hazırlıyorum; Sen o inkârcılara süre ver, onlara biraz zaman tanı.»
Kur’an-ı Kerim, Târık, 86:15-17.
Ve Yüce Allah buyurur:
یُرِیدُونَ لِیُطۡفِـُٔوا۟ نُورَ ٱللَّهِ بِأَفۡوَاهِهِمۡ وَٱللَّهُ مُتِمُّ نُورِهِۦ وَلَوۡ كَرِهَ ٱلۡكَـٰفِرُونَ
«İsterler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkârcılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak!»
Kur’an-ı Kerim, Saff, 61:8.
هُوَ ٱلَّذِیۤ أَرۡسَلَ رَسُولَهُۥ بِٱلۡهُدَىٰ وَدِینِ ٱلۡحَقِّ لِیُظۡهِرَهُۥ عَلَى ٱلدِّینِ كُلِّهِۦ وَلَوۡ كَرِهَ ٱلۡمُشۡرِكُونَ
«Bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye resulünü, doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O’dur; müşrikler hoşlanmasalar da!»
Kur’an-ı Kerim, Tevbe, 9:33.
Ebu Zer’in İslam’ı benimseme hikayesi de, bize gösteriyor ki İslami çağrıya ulaşmamış ancak etraflarındaki dinlerin, yaşadıkları ilkelerin yanlış olduğunu ruhlarında anlayan insanlar var. Ve kurtuluşları olan İslam’la tanışıncaya kadar tekrar tekrar araştırırlar ve şöyle derler: «Uzun zamandır aradığımız buydu!»
Son yorumlar