Sevgili izleyicilerimiz! Daha önceki programımızda, Kuran öykülerinden biri hakkında konuşmaya başladık. Bu, şehir halkı hakkında bir hikâye olarak bilinir (ashab el-khariyah). Cenâb-ı Hakk’ın, Kuran’da adı geçmeyen bu şehrin ahalisine, üç elçisini gönderdiğini ve bunların insanları Tek Yaradan’a ibadet etmeye, sadece O’na dua etmeye ve Ondan başka hiç kimseye ibadet etmemeye, Allah’ın emirlerine uymaya ve O’na itaat etmeye çağırdıklarını sizinle konuştuk. Şehrin halkı, Allah’ın elçilerinin çağrısını küstahça inkâr ettiler, onları yalanladılar ve onları şiddetli bir zulümle -taşlamakla ve işkenceyle- tehdit ettiler. Hadi şimdi anlatımımıza devam edelim. O zamanlar kent halkının kibirliliği doruğa ulaşınca ve Allah’ın elçilerini yenmek için kesin bir niyete dönüştüğü zaman, Kur’an’da daha sonra anlatılan bir olay meydana geldi…
O sırada şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; şöyle dedi: «Ey kavmim! Bu elçilere uyun. Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar. Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah’a kulluk etmeyeyim ki? Hiç O’ndan başka mâbudlar edinir miyim! Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar.
İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum. İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.»
Ona, «Cennete gir» denildi. «Rabbimin beni bağışladığını ve güzel biçimde ağırlananlardan eylediğini keşke kavmim bilseydi!» dedi.
(Kur’an-ı Kerim; Yâsîn, 36:13-32)
Evet, şehrin öbür ucundan aceleyle bir adamın ortaya çıktığı söylenir. Allah ona insan, adam diyor, çünkü iman, kalpte güçlendiği zaman, insanı gerçek bir insan yapar. İman kalbe dolduğunda, bu kalbin sahibini hayır ve hayırlara sevk eder ve onu her türlü şerden alıkoyar.
Bu mümin adam, Allah’ın elçileri ile zulmeden şehrin sakinleri arasındaki çatışmanın bir boyuta ulaştığı anda ortaya çıktı. Şehrin çok varoşlarından geldiği vurgulanıyor- bu onun fakir bir adam olduğunun bir göstergesidir, çünkü o zamanlar zenginler ve aristokratlar yerleşimlerin merkezinde, fakir ve sıradan insanlar ise eteklerinde yaşıyordu. Bu açıklama tesadüfi değildir. Gerçek şu ki, gerçeğe, iman çağrısına, genel olarak, basit, fakir, mütevazı insanlar tarafından cevap verilir. Zengin, asil, yüksek rütbeli insanlara gelince, çoğu zaman kibirli bir şekilde gerçeği reddederler, çünkü onu güçlerine ve servetlerine bir tehdit olarak görürler. Yüce Allah Kuran’da bu kuralı şöyle bildirmektedir:
ما أرسلنا في قریة من نذیر إلا قال مترفوھا إنا بما أرسلتم بھ كافرون
«Biz hangi topluma bir uyarıcı göndermişsek oranın sefahate dalmış olanları mutlaka şöyle demişlerdir: «Biz sizin tebliğ ettiklerinize inanmıyoruz.»
(Kur’an-ı Kerim; Sebe’, 34:34)
Bu adam şehrin kenar mahallelerinden geldi ve hemşerilerini sakince ve nazikçe Allah’a inanmaya ve elçilerine uymaya davet etmeye ve onları Yüce Allah’ın gazabına ve azabına karşı içtenlikle uyarmaya başladı. Sevgili izleyiciler! Cenab-ı Hak, bu zatı, çağrısını, davetinin yöntemini, ağzından çıkan o yumuşak ve samimi sözleri bize haber verir ki, ondan ibret alalım. Bugün ne yazık ki çoğu kişi insanları Allah’a davet etmeye çalışıyor, ancak başkalarını ölümden kurtarmak isteyen biri için gerekli olan niteliklerden yoksundurlar.
Halkına şefkat ve sempati dolu sözlerle hitap etti:
Ey kavmim! Bu elçilere uyun.
Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar.
Çünkü bu, Allah’ın rızasına, ebedi mutluluğa ve Cennetin mutluluğuna ulaşmanın tek yoludur. Neden? Çünkü elçiler kendi isteklerine göre ve kendi görüşlerine dayanarak kendilerinden hiçbir şey söylemezler. İnsanlara bildirdikleri şey, ancak Allah’tan edindikleri bir vahiyden başka bir şey değildir. Onlar kendi nefislerinden hiçbir şey uydurmadılar ve Allah’ın düzeninde hiçbir şeyi değiştirmediler. Bu nedenle, inkârcı Kureyşliler, Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e bir uzlaşma teklifinde bulunup: «Allah’a ve ilahlarımıza sırayla kulluk edelim «- dedikleri zaman- «ilk gün sen ve biz Bir Allah’a, kulluk edeceğiz; ertesi gün birlikte ilâhlarımıza tapacağız»- Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem)’e böyle bir taviz vermeyi teklif ettiklerinde, Cenab-ı Hak ona şöyle buyurdu:
قل أفغیر لله تأمروني أعبد أیھا الجاھلون لقد أوحي إلیك وإلى الذین من قبلك لئن أشركت لیحبطن عملك ولتكونن من الخاسرین
«De ki: «Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi teklif ediyorsunuz?» Sana ve senden öncekilere şöyle vahyedildi: Eğer Allah’a ortak koşarsan bilmiş ol ki yaptıkların boşa gidecek ve mutlaka hüsrana uğrayanlardan olacaksın.»
(Kur’an-ı Kerim; Zümer, 39:64-65)
Hikayemize geri dönelim. Şehrin kenarlarından bir adam, kavmine, çağrılarından dolayı bir ücret ve ödül istemeyen elçilerin yolunda gitmeye çağırarak konuşmasına devam etti ve şöyle dedi:
Hem ne diye beni yaratan ve sizin de dönüp kendisine varacağınız Allah’a kulluk etmeyeyim ki? Hiç O’ndan başka mâbudlar edinir miyim! Eğer Rahmân bana bir zarar vermek isterse onların şefaati bana hiçbir yarar sağlamaz ve onlar beni kurtaramazlar. İşte o takdirde (başka bir tanrı edinirsem) ben apaçık bir sapkınlık içine düşmüş olurum.
Bu kelimelere dikkat edin. Bunlar çok önemli sözler. Tektanrıcılık formülünün anlamını içerirler- La ilahe illa llah (Her şeyin Yaratıcısı olan Allah’tan başka ibadete layık gerçek ilah yoktur). Nuh’tan Muhammed’e kadar tüm peygamberler ve elçiler (a.s) – ilkinden sonuna kadar, insanlara gelip bu sözleri söylediler. Onlara dediler ki:
یا قوم اعبدوا لله ما لكم من إلھ غیره
«Ey kavmim!» dedi, «Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka bir tanrınız yoktur.»
(Kur’an-ı Kerim; Mü’minûn, 23:23)
Yüce Allah buyurur:
ولقد بعثنا في كل أمة رسولا أن اعبدوا لله واجتنبوا الطاغوت
«Andolsun ki biz her ümmete, «Allah’a kulluk edin, sahte tanrılardan uzak durun» diyen bir elçi gönderdik.»
(Kur’an-ı Kerim; Nahl,16:36)
Kur’an’da ilk ve en önemli emrin ne olduğunu biliyor musunuz? Sadece yaratan, hâkim olan, tüm nimetleri veren Allah’a kulluk etmek! Kur’an’ı baştan okumaya başlarsanız, ilk olarak hangi yasakla karşılaşacağınızı biliyor musunuz- Allah’a ortak koşmanın ve O’nunla birlikte birine ibadet etmenin yasaklanması. İşte o sözler:
یا أیھا الناس اعبدوا ربكم الذي خلقكم والذین من قبلكم لعلكم تتقون الذي جعل لكم الأرض فراشا أندادا وأنتم تعلمون والسماء بناء وأنزل من السماء ماء فأخرج بھ من الثمرات رزقا لكم فلا تجعلوا
«Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin ki takvâya eresiniz. Rabbiniz ki, sizin için yeri döşek, göğü bina kılmıştır; gökten su indirmiş, bununla sizin için rızık olarak çeşitli ürünler çıkarmıştır; artık siz de bile bile O’na eş ve ortaklar koşmayın.»
(Kur’an-ı Kerim; Bakara, 2:21-22)
Tek bir Yaratan’a ibadet ve hizmete tevhid denir. Sadece tek bir tür ibadetin Allah’a değil, başkasına adanmasına şirk denir. Allah’tan başkasına namaz kılınmaz, kurban kesilmez, dua edilmez, oruç tutulmaz, Kur’an okunmaz, hac yapılmaz. Aynısı iç (kalp) ibadet türleri için de geçerlidir (tanrı korkusu, umut, tanrı sevgisi)- hepsi sadece Allah’a yönlendirilmelidir. Nasıl Allah’la birlikte birine ibadet edilir, O’ndan kurtuluş, lütuf aranır, O’ndan başka birinden saadet ve şifa dilenir. Sonuçta O’ndan başka hiç kimse Yaratıcı değildir ve sinek bile yaratamaz. Bize bütün nimetleri bahşeden, bize hayat ve rızık veren yalnız O’dur. Kim Allah ile birlikte başka bir şeye ibadet eder ve tövbe etmeden ölürse, asla Cennete giremez ve Cehennemde ebedî ve dayanılmaz bir azaba mahkûm olur. Ne taşlara ne ağaçlara ne güneşe ne aya ne yıldızlara ne putlara ne meleklere ne cinlere ne de ölü ve diri insanlara tapılmamalıdır. Ne peygamberlere ne de salihlere ibadet edilmemelidir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) tevhid çağrısında bulunmuş ve davetinin başlangıcından son nefesine kadar şirke karşı uyarmıştır. Çocuklara bile tektanrıcılığı öğretti. Bunun üzerine kuzeni bin Abbasa şu sözleri buyurmuş:
«Ey oğlum! Dilersen Allah’tan dile, yardıma ihtiyacın varsa Allah’tan yardım iste.»
İnsanları şirke karşı uyararak şöyle dedi:
لا تطروني كما أطرت النصارى عیسى بن مریم إنما أنا عبد فقولوا عبده ورسولھ
«Hıristiyanların Meryem oğlu İsa da olduğu gibi beni ölçüsüzce yüceltmeyin. Ben bir kuldan başka bir şey değilim. O halde de ki: Allah’ın kulu ve Resulü»
(el-Buhari 3445)
Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah’a şu dua ile yönelmiştir:
اللھم لا تجعل قبري وثنا یعبد اشتد غضуب لله على قوم اتخذوا قبور أنبیائھم مساجد
Allah’ım! Kabrimi tapılacak bir put haline getirme. Allah, peygamberlerinin kabirlerini ibadethaneye çevirenlere çok öfkelidir.
(Malik, Al-muwatta, 475; Ahmad, 7358)
Sevgili kardeşlerim! Bu hayatta ve ebedî hayatta saadetin sebebi tevhid, her iki cihanda da mutsuzluğun sebebi şirktir. Bu nedenle Cenab-ı Hak, hadis-i şerifte bildirildiği üzere şöyle buyurmaktadır:
یا ابن آدم إنك لو أتیتني بقراب الأرض خطایا ثم لقیتني لا تشرك بي شیئا لأتیك بقرابھا مغفرة
«Ey Adem oğlu! Bütün bir dünya kadar günahlarla bana gelsen, ancak bana ibadet etmede bana eşit koşmadan benimle karşılaşırsan, sana da aynı derecede bağışlanma veririm» dedi»
(at-Tirmizi, 3540)
Evet, böylece şehrin kenar mahallelerinden bir adam, kavmini en hayırlı ve en mühim şeye çağırdı: Tek Allah’a kulluk etmeye ve Allah’ın gönderdiği elçilerin yoluna tâbi olmaya.
Sonra yüksek sesle duyurdu:
«İşte ben rabbinize iman etmiş bulunuyorum; bana kulak verin.»
Bunu, kavminin kendisine uymasını ve peygamberlerin Allah’ın huzurunda onun imanına şehadet etmelerini umarak ilan etti.
Bu sözleri söyler söylemez, hemşerileri ona saldırdı ve onu öldürdüler. Ünlü Kur’an âlimi Katade şöyle nakletmektedir: «Ona taş atmaya başladılar ve o, üzerine uçan taşların darbeleri altında kendini buluverdi ve şöyle dedi: «Allah’ım! Halkımı doğru yola koy, çünkü bilmiyorlar!» Ve can verene kadar (Allah Ondan razı olsun) bu sözleri söylemeye devam etti.
Ayrıca bağırsakları anüsünden çıkana kadar onu ayaklarıyla çiğnemeye başladılar. Bu, Peygamber’in (Allah’ın barış ve nimetleri onun üzerine olsun) arkadaşı Abdullah ibn Mesud tarafından anlatılmıştır. Temiz ve salih bir nefse el uzatmak, bir insanı sırf Rabbim Allah’tır, göğün ve yerin tek yaratıcısıdır sözlerinden dolayı öldürmek ve paramparça etmek için ne derece kin, küfür, öfke, uzlaşmaz bağnazlık ve hak nefretine ulaşılması gerektiğine bir bakın. Daha sonra ne mi oldu? Bir sonraki programımızın konusu bu. Esselamü aleyküm!
Son yorumlar